24 Mayıs 2009 Pazar
BU PAZAR PAYINA ALKIŞ
Alpet Reklamı
Dün gece nba batı finali maçını izliyordum.Maçın devre arası olduğunda doğal olarak tv kanallarının can damarı olan reklamlar devreye girdi bu sefer.Genelde maçların devre aralarında reklamları izlemek yerine zapping yaparım ama 1gün önce arkadaşımın dediği bir reklamı izlemek için bekledim.Çünkü,reklamda pascal nouma oynuyormuş ve arkadaşım bana dedi ki;eğer bu reklamı izlersen çok sinir olursun dedi benim Fenerbaçeli olduğumu bildiği için.Bende dedimki;ya ne var adam oynayabilir yani niye sinir olayım ki ben pascal bir reklam filminde oynadı diye dedim.Ama o bana sen izle bi denk gelirsen, o zaman anlarsın beni dedi.Bu nedenle bende maçın devre aasında reklamları izlemeye devam ettim. 2-3 reklam sonrada pascal'ın oynadığı alpet reklamı başladı.Bende başladım dikkatle izlemeye acaba ne olacak diye.Pascal geliyor benzinciye,arabadan iniyor,görevli onu görünce şaşırıyor ve arkadaşlarına bağırıyor tezahürat yapıyorlar kendi aralarında sonra bir iki muhabbet ,görevli pompayı takıyor ve benzin doldurmaya başlıyor.Buraya kadar herşey normal çünkü dikkatle izliyorum ve kendi kendime de diyorum;heralde bu tezahürat olayına kızacağım diye düşündü bizim arkadaş diye.Ama işte hemen arkasından olay gerçekleşiyor,pascal elini cebine atıyor,sözde para çıkaracak ama biraz dikkatle bakınca burada pascal'ın yıllar önce bir FB-bjk maçında yaptığı o terbiyesiz harekete atıfta bulunulduğunu anlıyoruz.Anlamamak için biraz sorunlu olmak lazım.Zaten pascal elini cebine attığında görevlinin "aman abi napıosun" demeside olayı tam olarak açıklıyor.Gerçi sonra pascal para vereceğini söylüyor ama sen gel onu benim külahıma anlat.Pascal bu hareketinden dolayı kulüpten gönderildi,Türkler'in yapısına ters olan bi hareketten dolayı herkesten tepki topladı, alkışlanmadı.Ama sen bunu gel reklam filmine yani seni tanıtan bir projeye koy.Reklam yapmanın amacı nedir?Markanı,ürününü tanıtmak ve müşteriyi çekmektir.Ama sen böyle birşey yaparak anca markanı lekelersin ve tepki toplarsın.Şimdi otursun bir kere düşünsün bu reklamı yapanlar ve buna onay veren şirket yetkilileri,sizce FENERBAHÇE taraftarı bundan sonra yolda kalacağını bilse alpet'e girer mi?Yolda kalsa alpet'e mi girer?yoksa daha uzakta ki bir benzin istasyonuna yürüyüp oradan bidona benzini doldurup geri mi döner?Ben söyleyeyim;bu Fenerbahçe taraftarı hayatta alpet'e uğramaz bile bundan sonra.Daha güçlü rakiplerin olduğu bir pazarda böylesine önemli bir kesimi karşına almak ne kadar mantıklı?Bence alpet kendi kuyusunu kendisi kazmış yani,bir tarafa yaranacağım derken elinden de güçlü bir pazar payını kaçırmış.Ne diyelim kendi düşen ağlamaz.
Adil Işık'ta Beklenmeyen Gelişim
23 Mayıs 2009 Cumartesi
Eurovision2009 Neler Getirdi!
Eurovision bu yıl bir başkaydı Türkiye’de. Hadise seçilmişti. Bu seçimden pek şikayetçi olan yoktu. Hatta gün geçtikçe beklentiler artıyordu. Büyük bir kesim birincilik bekliyordu. ‘Düm Tek Tek’ ilk seslendirdiğinde eleştiriler hep olumluydu. Daha önceki yarışmalarda tanınmayan imkanlar tanınıyordu Hadise’ye. Onun resimleriyle donatılmış, konfor bakımından kimsenin bir şey diyemiyeceği otobüs bile tahsis edilmişti ilk defa. Peki Hadise bunların hakkını verdi mi. Büyük oranda evet. Hayır diyenler para için konserden konsere koştuğunu sesini yorduğunu, giymiş olduğu kıyafetle ve dansla Türkiye’nin, Türk kültürünün hiç alakasını olmadığını(2. ve özellikle 1. olan alexander, fairytale ile ülkelerine özgü dans ve müziklerini yansıtmışlardı) savunuyorlardı. Kendi kültürünü, dansını yansıtmayan tek ülke olduğumuzu savunan bile vardı. Ayrıca Hadise’nin ‘ben ilk 5’i hedefledim ve 4. oldum içim rahat. 1.liği o kadar istemedim’ türünden açıklamaları olumsuz görüşleri destekler gibiydi sanki. Ama Hadise elinden geleni, hatta elinden gelenin daha fazlasını yapmaya çalıştı ve kötü sayılamayacak bir başarı elde etti.
Peki madalyonun diğer yüzü nasıldı..53 yıllık Eurovision şarkı yarışması sadece bir şarkı yarışması değil aynı zamanda katılımcılar için ciddi bir kaynak ve büyük bir tanıtım fırsatı idi. Sponsorların büyük bir pay sahibi olduğu bu organizasyonda Hadise ‘Düm Tek Tek’ ile 400 bin TL’lik sponsor geliri buldu. Sponsorluk yapan şirketlere önemli bir Pazar olanağı sağlayan Eurovision’a ülkelerin ayırdığı kaynaklarda da her geçen sene artış olmakta. Markalar bu sayede prestijlerini ve bilinilirliklerini artırıyor. Özellikle Eurovision’a ev sahipliği yapacak ülke kendisine önemli oranda ekonomik katkı sağlıyor. Bu yıl ekonomik krize rağmen 42 milyon dolar harcayan Rusya bunun karşılığını alsa da vatandaşları tarafından bu kadar fazla harcamadan dolayı olumsuz eleştirilere maruz kalıyor. Rusya bu yıl yapmış olduğu harcamayla adeta bir gövde gösterisinde bulunarak Eurovision tarihindeki en fazla harcamayı yapmış bulunuyor. 5 yıl önce Türkiye de 10 milyon dolarlık harcama yapmıştı İstanbul’da düzenlenen finaller için. Görüldüğü gibi şirketler reklamlarla, bu kadar da olmaz dedirtecek kadar girebilecekleri her alanda kendilerine yer etmeye çalışıyor.
2008-2009 UEFA Finali
Yıl 2009. Mayıs’ın 20’si. Yer İstanbul Fenerbahçe Şükrü Saraçoğlu Stadyumu. Bu sistemle en son düzenlenen Uefa kupası. Kupanın bir yanında BJK’yi ve GS’yi şampiyon yapan, ayrıca GS’ye Avrupa’da süper kupayı kazandıran ama iki takımda da tutunamayan ve FB’nin hoca adaylarından Mircea Lucescu’nun takımı Shakhtar Donetsk, diğer yanında finalin favorisi olarak gösterilen Milan’ı eleyen Werder Bremen. Fakat biri Almanya temsilcisi diğeri Ukrayna. Diyeceksiniz ki neden fakat? Diyeceğim ki..Çünküü, turizmcinin hayalleri suya düştü. Adamlar GS’nin olası finale çıkması durumunda her ne kadar Türkiye’yi coşturacak olsa da beklenen 40000 taraftarın ve 80-100 milyon doların uçacağını düşünüyorlardı. Ama şimdi çok mu farklı oldu? Hayır..turizmcilerin korktuğu başına geldi ve bekledikleri olası bir İngiliz-İtalyan finalinin yerine Ukrayna-Almanya finali geldi. İngiliz-İtalyan finalini bekliyorlardı çünkü bu ülkelerin hem eskilere dayanan bir turizm geleneği vardı hem de milli gelirleri çok yüksek olduğu için çok fazla harcama potansiyelleri vardı. Fakat krizden etkilenen ve İstanbul’a gelip İstanbul’da para harcayacak kadar zengin bir taraftar kitlesine sahip olmayan Ukrayna temsilcisi ve bu kadar olmasa da buna benzeyen Almanya temsilcisi çıktı Kadıköy’deki finale. Yani turizmci otellerin tamamen dolacağını, turistlerin burada konaklamadan öte yiyip içip, hatıralık eşya alacaklarını düşünürken, ne oteller yarıyı geçti, ne birçok taraftar konaklamak için geldi(çoğu günübirlik) ne de durum böyle olunca beklenilen gelir elde edildi. Neticede FB’nin UEFA finalini Kadıköy’e aldırması her ne kadar Türkiye için iyi olsa da beklentilerin çok çok altındaki turizm geliri, turizmcileri bozguna uğrattı. Biz bu duruma iyinin kötüsü diyelim. Ne yapalım beklenilen takımlar finale çıkamadı, beklenilen gelir elde edilemedi ama Türkiye önemli bir organizasyona ev sahipliği yaptı. Bu arada finali, temel felsefesi en baştan bir takım oluşturarak kurduğu takımı başarılara ulaştırmak olan Lucascu’nun takımı Shakhtar Donetsk kazandı. Burada da Lucescu etkenini görüyoruz ki Lucescu gittiği her takımı başarıya ulaştırmasıyla tanınıyor artık ve birçok ünlü kulübün transfer listesinde.
Finallerin Türkiye’de oynanmasında rol oynayan ve organizasyonda yer alan herkese teşekkürler..
2010 Avrupa Kültür Başkenti: İstanbul
Yüzyıllarca Osmanlı’ya, Bizans’a başkentlik yapan, hakkında onlarca şiir, şarkı, roman yazılan, Bizanslıların Konstantinopolis, Osmanlı’nın İstambol, İtalyanların Kospoli, diğer milletlerin farklı şekillerde adlandırdığı şehir İstanbul. Kimine göre yaşanmaz sadece gezilir, kimine göre vazgeçilmez, bırakılıp gidilemez bir şehir. Ama herkesçe bilinen birçok milleti içinde barındırmış, her ilçesi ayrı bir şehir ayrı bir dünya olan, tarihle dolu bir kültür şehri.
İstanbul 2010 Girişim Grubu'nun Ekim 2005'te İstanbul’un 2010 adaylığı ile ilgili olarak hazırlayıp, 14 Mart 2006'da Brüksel'de sunduğu başvuru kabul edilmiş ve İstanbul 2010 Avrupa kültür başkenti olmuştu. 2006’da başlayan bir süreç ve hazırlanan birçok proje. İletişim, organizasyon, eğitim, tasarım gibi birçok alanda yeni iş sahaları açılacak. Avrupayla ekonomik ilişkilerin gelişmesini sağlayacak. Türkiye’yi İstanbul vasıtasıyla dünyaya tanıtmak için önemli bir fırsat. Bu sayede Türkiye’yi tanıtarak dünyada daha çekici olarak düşünülmesini sağlamak için bir fırsat. Turist sayısı bu sayede hatırı sayılır bir miktarda artacak ve Türkiye’nin mali açıdan kazanımı da azımsanamayacak kadar çok olacak gibi görünüyor. Ayrıca özel sektörle yapılacak çalışmalar da her alanda ekonomide fırsatlar oluşturacağının habercisi. Özel sektördeki şirketlerin ortaya koyacakları yaratıcı projelerle bu fırsattan yararlanabilmelerine olanak sağlayan bir fırsat. Şu an yürütülen birçok projeyle 2010’u en iyi şekilde değerlendirmeye çalışan birçok çalışan. Bakalım 2010’un sonunda bu fırsatı en iyi şekilde değerlendirip gerek ekonomik, gerek kültürel, gerekse siyasi açıdan istediklerimizi elde edebilecek miyiz? Hep birlikte bekleyip göreceğiz...
Promosyon Deyince Akla Gelen Süpermarket: Tesco Kipa
Türkiye’deki hızlı tüketim pazarındaki tüketiciye baktığımızda Kipa’nın ziyaretçilerini elinde tutmada oldukça başarılı olduğunu ve aynı zamanda diğer marketlere oranla daha sadık müşterilere sahip olduğunu görüyoruz. Kipa’nın devamlı müşterilere sahip olmasındaki etkenlerin başında uygulamakta olduğu promosyonları söyleyebiliriz. Alışveriş yaparken gözümüze çarpan lider ‘markalarda en ucuz fiyat’ etiketleri, sürekli değişen ama hiç bitmeyen promosyon etiketli ürünler ve 1 TL günleri bunlardan bazıları. Her süpermarkette her bütçeye hitap eden ürünler bulunmasına karşın Kipa yapmış olduğu promosyonlarla gelir bakımından daha çok orta ve alt seviyedeki vatandaşa yönelmeye çalışıyor. Bunu yapmış olduğu promosyonlarla açıkça ortaya koyuyor.
Alışveriş yapan müşterilerin kasadan çıktıklarında ellerindeki fişlere baktığımızda promosyonlu ürünlerin önemli bir yer kapladığını görebiliriz. Mesela genellikle Pınar meyve suyu alan bir kişi Dimes, Cappy ya da Tamek’teki promosyonu gördüğünde Pınar’dan vazgeçip diğer markalara yönelebiliyor. Kipa’dan alışveriş yapanlar 1 TL günlerine denk geldilerse hesabı ödedikten sonra fişlerine baktıklarında 1 TL’lik ürünler dikkatlerini hemen çekecektir. Mesela arkadaşlarımla yaptığımız alışveriş sonunda hepimizde 1 TL’lik ürünlerin bir hayli fazla olması bir yandan ucuz fiyata epey abur cubur almamızı sağlarken bir yandan da diğer müşteriler gibi hesapta olmayan şeylerin alınmasını ve belki de farkında olmadan fazla para harcamamıza neden olabiliyor. Fakat Kipa’nın girişinde 1 TL’lik ürünlerin çevresinde gördüğümüz insan kalabalığı ve onların hızla tükettiği ürünleri bir yandan yenileriyle takviye eden Kipa çalışanları müşterilerin ve Kipa’nın bu fısattan memnun olduğunu gösteriyor.
Balçova’da aralarında fazla mesafe olamayan Kipa ve Migros’a baktığımızda Kipa’nın daha fazla tercih edildiğini görebiliyoruz. Bunun en azından biz öğrenciler için böyle olduğunu düşünebiliriz ki bu da Kipa’nın daha hesaplı olarak düşünüldüğünü gösteren başka bir misaldir. Belki de promosyonlar sayesinde Kipa’yı tercih eden öğrenciler gelecekte de bu alışkanlıktan dolayı her zaman Kipa’yı tercih edeceklerdir.
Reklamda Yeni Bir Mecra
Son zamanların en çok izlenen, şu an olmasa da ilk zamanlarda izlenme rekorları kılan, bilgiye ihtiyaç duyulmadan para kazandırabilen, show tv’nin en çok izlenen programlarından ‘var mısın yok musun’ yarışması çehresini giderek değiştirmekte. Başlarda, bugüne oranla daha sade denilebilecek bir program olan Acun Ilıcalı’nın sunduğu ve yine kendisinin yayınlanmasını istediği yarışma programı şimdi ise gerek reyting için gerekse programı kullanarak daha fazla para kazanmak için mümkün olduğunca çok faaliyete yer vermeye çalışıyor. İlk zamanlarda sadece görme vb. bedensel engelli kişiler, lösemili çocuklar ve bunlarla ilgili yardım kuruluşları, dernek ve vakıflarla sosyal mesajlar vermeye çalışan programa şimdi ise çeşitli reklamlar, ünlü yerli ve yabancı konuklar hakim olmuş durumda.
Programda gördüğüm ilk reklam bir dondurma reklamıydı. Galiba pandanın reklamını yapıyorlardı. Ben kutudan kaç para çıkacak diye beklerken bir anda stüdyodaki herkesin elinde bir dondurma. Ben neler oluyor derken bir anlık şaşkınlıktan sonra Acun Ilıcalı’nın pandayla ilgili söylediği birkaç söz artık yeni bir reklam fırsatını sunuyordu iş dünyasına. İlk gördüğümde garibime gitse de bu reklamın programlar arasında arka arkaya verilen reklamlardan daha etkili olduğu görülen bir gerçek. Bu sayede hem yapımcılar ya da bu işin lokomotifi Acun Ilıcalı hatırı sayılır miktarda para kazanıyor hem de reklam veren firmalar istedikleri şekilde seyircileri etkileme fırsatı yakalıyorlardı.
Programa getirilen yerli ve yabancı ünlüler ise ( Cem Yılmaz, Adriana Lima, Roberto Carlos vb.) programın reytinginin düşmemesi için etkili bir yöntem olarak görülüyor. Fakat bir yandan bu ünlüler sayesinde izleyenlerin sayısı artsa da bir yandan da özellikle son zamanlarda aşırıya kaçan reklamların seyircileri sıktığını ve izleyen sayısını olumsuz yönde etkilediğini söyleyebiliriz.
Yalan Haberde Son Nokta
Ülkemizde en çok rağbet gören ve en çok ilgi çeken spor dalı hiç kuşku yok ki futbol.Bu sektörün inanılmaz bir büyüklüğü var ve her alanda herkese geniş bir pazar imkanı sunuyor.
Kulüplerin sattığı ürünlerin oluşturduğu pazar payının yanı sıra korsan ürün üretip satanların pazar payı da bulunmakta.Öte yandan maç biletlerini karaborsada normal fiyatın 2-3katına satıp kendilerine gelir sağlayanlar da var.Bu saydıklarım direkt olarak kulüplerle ilgili olan kısımları.Birde bu sektörü kendi ürünlerini pazarlamak için kullanan kurumlar var ki;bunlardan bazılarının bu uğurda yaptıkları akıl almaz derecelere ulaşmakta.Biraz düşününce bu sektörü bulmak zor olmaz aslında:evet,medya sektörü.Bakıyoruz,gazeteler satış rakamlarını arttırabilmek için hergün ülkemizin önde gelen kulüplerine 5er 10ar tane transfer yapıyorlar.Biliyorlarki Türk insanı meraklı ve böyle sansasyonel haberleri okumaktan çok memnun oluyorlar.Aslında yaptıkları işi incelediğimizde çok iyi bir müşteri analizi yaptıkları ve buna göre bir haber stratejisi belirlediklerini söylemeliyiz.Ürünlerini pazarlamak için yalan yada doğru olan haberleri yapmaktan çekinmiyorlar,çünkü biliyorlarki bizim meraklı Türk insanı da bunlara inanıp bu gazeteleri alacak.Geçen yıl FENERBAHÇE için yapılan haberlere bakıldığında 72tane oyuncunun adı geçiyor.Halbuki FB'nin yapabilecek olduğu transfer sayısı 2 idi=)İşte böyle bir ortamda gazeteler için "yuuhh " demekten başka birşey gelmiyor.Ama öyle bir olay var ki cidden "YUHHH" dememiz gerekir hep birlikte.Bir gazete satış yapabilmek için anca böyle bir haber yapabilirdi.Fotospor dünya kupası sırasında yaptığı röportajı yayınlıyor.İlk sayfada manşet 3 yıldız oyuncu;Hernan Crespo,Roberto Carlos ve Sol Campbell ile kendi muhabirlerinin fotoğrafları var.3'ününde gazetede röportajları var ve 3'üde Fb ile anlaştıklarını anlatıyor.Helal olsun büyük bir gazetecilik başarısı diye alkışlıyoruz ve satış rakamlarını o gün maksimum düzeye çektikleri kesin,adamlar işini biliyor.Satabilmek için gerekli olan ürünü bulmuşlar.Fakat haberin üstünden 1hafta geçince başka internet sitesinde bir haber okudum ve cidden ağzım açık kaldı.O manşetteki 3fotoğrafta fotomontaj ve ve röportajların hepside kendi hayal ürünleri=)Gerçek fotoğrafları bulup yayınlamış o site=)hadi röportaj yapıp içine kendin eklersin birşeyler ama yani daha önce bir örneği yoktur heralde böyle bir fotomontaj örneğinin=)Ne diyelim Türk insanı yani,ürününü pazarlayabilmek için her yola başvuruyormuş demekki.Takdir sizin;ister "YUUHHH!" dersiniz,isterseniz "HELAL OLSUN!"
22 Mayıs 2009 Cuma
Çiğne TÜRKİYEM Çiğne
21 Mayıs 2009 Perşembe
İSTER BEĞEN İSTER BEĞENME AMA ÖZEN
Migros ve Garanti'den Money Card
Money Card, marketlerde diğer kredi kartlarına göre 4 farklı kazanç sağlayan yeni bir kart programını başlatıyor. Türkiye’de ilk kez hem çok markalı hem de markaya özel sadakat kartı uygulaması olan Money Card, Bonus Card altyapısıyla Migros Club Kart altyapısını birleştiriyor ve ayrıcalıklı fırsatlarla geliştiriyor. Money Card, Türkiye’de 65 ile yayılan tüm Migros, Tansaş, Şok, 5M ve Macrocenter mağazaları ile Sanal Marketlerde kullanılabiliyor.
Visa logosu taşıyan ve pay wave ile temassız ödeme özelliğine sahip olan Money Card, aynı zamanda 300 bin Bonus Program Ortağı’nda ve yurtdışında yapılacak tüm harcamalar üzerinden bonus kazandıracak ve istenildiği noktada harcanabilecek.
Money Card tüketicilere, money puan ve bonus puan gibi çift kazanç sağlarken, üçüncü fırsat olarak ‘anında kasada ürüne özel indirim’ yapıyor. Migros, Tansaş, Şok, 5M, Macrocenter ve Sanal Marketten yapılan alışverişlerde bir ilk olarak, ‘anında kasada ürüne özel indirim’ sağlayan tek kredi kartı oluyor. Money Card‘ın dördüncü sürprizi ise her gün birçok şanslı Money Card sahibine, kasada ödemesini yaparken ‘sürpriz bedava alışveriş fırsatı’ sunması.
Money Card ile Migros, Tansaş, Şok, 5M, Macrocenter ve Sanal Market’ten alışveriş yapılarak kazanılan her money puan 1 TL değerinde. Böylece hem money hem de bonus puan kazanabilecek tüketiciler, daha da çok bedava alışveriş yapabilecekler.
Son olarak Money Card 15 Haziran’a kadar kart başvurusu yapanlara kasada anında yüzde 25 indirim sağlıyor.
FERRARI&F1
F1'in pazar payının düşmesi ve bazı sponsorların ekonomik krizide göz önüne alıp çekilmelerine yol açtı.Bernie Ecclostone,Ferrari'nin önünü kesip yarışlara heyecan getirmeyi amaçlarken F1'i pazarlamadaki en büyük yardımcısı olduğunu unuttu.Geçen hafta ise F1 yönetimi gelecek sene için bütçelere kısıtlama getirecek bir düzenleme yapacaklarını açıkladı ve bunun ardından da Ferrari cephesinden eğer böle bir durum olursa F1'den çekileceklerini açıkladılar ve bir nevi F1 yönetimini tehdit ettiler.Ferrari'nin olmadığı bir F1 düşünülemez.Bunu rakip takımların pilotları bile söylerken bakalım F1 yönetimi ve Bernie Ecclostone'un cevabı ne olacak?Ferrari'nin F1'den çekilmesi demek F1'in en önemli pazarlama aracını yani can damarının kesilmesi demek.F1 yöentiminin bunu göze alabileceğini sanmıyorum...
20 Mayıs 2009 Çarşamba
Değişim Rüzgarları
18 Mayıs 2009 Pazartesi
Bu Ne Perhiz, Bu Ne Lahana Turşusu
Pazarlamayı yeni yeni öğrenen bir ülke olarak kendimizi vargücümüzle geliştirmeye çalışıyoruz. Aslında kayda değer işler yapmayı başardığımız da oluyor. Ancak pazarlama düşüncesini içine iyice sindirememiş olanlarımız; iyi bir logo tasarlasam ee bir de şöyle afili bir slogan bulsam tamamdır gözüyle bakıyor markalarına. Bunun en güzel örneklerini her gün geçtiğimiz sokaklarda, web sayfalarında ve dergi kapaklarında görmek mümkün. Ama son zamanlarda duyduğum en kötü sloganı Eurovision yarışması sırasında TRT reklamlarında duydum. Aslında önce duydum fakat kulaklarıma inanamadım. Ne yazık ki 2. duyuşum çok uzun sürmedi. Çünkü sağolsunlar çok güzel bir reklam yapmışçasına bir reklam arasına 2şer tane reklam vermişler. “Delta el zımbaları. Çaktı mı tam çakar, çaktı mı bırakmaz.” Kendi ürünlerinin en sağlam olduğunu üstüne basa basa anlatmak için bu sloganı buldukları besbelli. Bütün reklam boyunca da “Ne yapıştırmak ne dikmek, artık delta el zımbalarının zamanı” diyerek bize slogan için altyapı da hazırlıyorlar reklamda. Fakat merak ettiğim bir şey var; hiç kimse mi bunun ne kadar kötü, hatta bir de edebsizce algılanma ihtimalinin bu kadar yüksek olduğunu düşünemedi. Hele birde bunu reklamlaştırıp dev harflerle seyircilerinin gözüne sokmaya nasıl cesaret edildi. Türklerde deli cesareti var derler ya büyüklerimiz. Ben buna bazen inanmadan edemiyorum. Çünkü böyle bir şeyi değil marka sloganları olarak kullanıp 80 milyona göstermeyi, şirkete böyle bir slogan nasıl olur diye sormaya kim cesaret etmiş merak ediyorum. Üstüne bir de yelkenli logo tasarımları insana "Ne alaka şimdi" dedirten cinsten. O da büyük ihtimal ile bize bir şeyler bulsana ama şöyle kıyak bir logo olsun denilen bir tasarımcının ya da hiçbir şey bulamayan sevgili marka sahiplerinin internette yaptığı bir sörf sonucu ortaya çıkan bir fikir olsa gerek. Birbiriyle uzaktan yakından alakası olmayan logoları, sloganları ve reklamları öğrendiğimiz tüm pazarlama kuramlarına adeta meydan okuyor. Bunları gördükçe ülkece gidecek çok yolumuzun, öğrenmemiz gereken çok şeyimizin olduğunu anlıyoruz… Umarım artık babamın kurduğu şirkete bir logo tasarlatıyım, bir de slogan buldurtayım, sonra da ülkeye açılayım mantığını aşıp; bu işi bilenlere, profesyonellere bırakmayı öğreniriz…
SICAK SICAK RENAULT'LAR
16 Mayıs 2009 Cumartesi
Turkcell müşterilerini kaybediyor
ABD'li Best Buy Türkiye'ye geliyor
Tüketici elektroniği perakende sektöründe dünyanın önde gelen firmalarından ABD merkezli Best Buy, ‘1 numara’ olma iddiasıyla Türk pazarına giriyor. 45 milyar dolar cirosu, 13 ülkede 4 binin üzerinde mağazası olan Best Buy, Türkiye’deki ilk mağazasını Ekim ayında İzmir’de açacak. Yapımı süren 76 alışveriş merkeziyle görüşen şirket, İzmir’in ardından Ankara ve Bursa’da mağaza açacak.
Best Buy International CEO’su Robert Willett, ”Avrupa’nın Çin’i“ olarak nitelendirdiği Türkiye’de çok hızlı büyüyen bir pazar bulunduğunu belirterek, ”Türkiye’ye 1 değil, 1.000 yıllığına geliyoruz. Pazara 2 değil 1 numara olmak için giriyoruz. Ve bu hedefe ulaşacağız. Türkiye, genç nüfusu ve gelişen ekonomisi ile Best Buy için en önemli ülkelerin başında geliyor. Kısa vadeli düşünmüyoruz. Türk toplumuna adapte olmak istiyoruz. Çalışmak için can atılacak bir yer olmak istiyoruz. Türkiye’de lokal bazı markaları alıp, dünyaya taşımak istiyoruz“ diye konuştu.
Kriz ortamında Türkiye’ye gelmelerini değerlendiren Willet, Türkiye’nin Avrupa’ya ’harika’ bir giriş kapısı olduğunu anlattı ve sözlerini şöyle sürdürdü:
”Türk pazarındaki rakiplerimiz ve ne yaptıkları bizi ilgilendirmiyor. Buraya iyi bir ortak arayalım diye gelmedik. Şu aşamada bir ortaklık planımız yok. Tamam bir kriz var ama her kriz kendi fırsatlarını yanında getirir. Nitekim mağaza kiraları, maliyetler düşüyor. Piyasalarda türbülans var, işler hâlâ zor ama yeni fırsatlar da doğuyor. Şu anda çalışan insanların elinde daha çok para var. Şimdi uluslararası pazara yayılmak için en iyi zaman. Türkiye de dünyanın en iyi büyüme coğrafyalarından biri. Sektör daha embriyo döneminde. Böyle bir piyasaya girmek için yanlış bir zaman değil.”
45 milyar dolar cirosu, 9 markası ve 155 bin çalışanı olan Best Buy ilk mağazasını Ekim’de İzmir’de açacak. Mağazaları 3,500 ile 4,000 metrekare arasında değişecek ve her mağazada 100-150 kişiye iş imkanı sağlanacak..
Ligdeki kötü gidişat taraftar hatlarını vurdu
Fenercell ilk ayda 10 bin civarında aboneye ulaşırken, geçen günlerde ilk ayını dolduran GSMobile ise 6 bin Galatasaray taraftarının tercihi oldu.
Avea CEO’su Cüneyt Türktan, Süper Lig’de alınan kötü sonuçlar ve olaylı Fenerbahçe-Galatasaray derbisinin Fenercell ve GSMobile’ın abone sayısının artmasında olumsuz etki yaptığını, ancak önümüzdeki aylarda abone sayılarında tekrar artış trendine geçilmesini beklediklerini söyledi.
Fenerbahçe, Fenercell markasının tanıtımını yaptığı 23 Şubat’taki toplantıda 1 milyon aboneye ulaşmayı ve yıllık 20 milyon TL gelir elde etmeyi hedeflediğini açıkladı. Galatasaray ise, GSMobile'ın 300-400 bin aboneye ulaşılması halinde, kulübün yılda yaklaşık 4 milyon dolar gelir elde edeceğini öngörüyor...
4 Mayıs 2009 Pazartesi
Şölen Çikolata
Yurt dışı pazarda bu kadar iyi bir pazarlama stratejisi ile büyük yol katetmelerine rağmen yurt içi piyasada bunun tam tersi bir görüntü olduğunu söylesek yanlış olmaz heralde.5-6yıl öncesine kadar iç piyasaya çok fazla önem vermeyen firma son yıllarda distribütör ağınıda iyice genişleterek yurt içinde de söz sahibi olmaya ve Şölen markasını tanıtmaya çalışmakta."Şölen tadında hayat" sloganı ile piyasaya giren ve Nutymax reklamları ile karşımıza çıkan Şölen'in,bunun arkasından da tanıtım için yeni birşeyler yaptığı söylenemez.Yaklaşık 1yıl boyunca "şöhret sensin" sloganı ile tv'lerde yer aldılar.Ve bu reklam ve ürün aracılığı ile Şölen markasını tanıtmaya ve iz bırakmaya çalıştılar.Ama benim takıldığım asıl nokta birçok lezzetli ürünleri olmasına rağmen ve değişik ürünler üretmelerine rağmen bunu yurt içi piyasada yeteri kadar tanıtmamaları yada tanıtamamaları.Şölen'in bildiğiniz ürünlerini sayın desem belki de çoğunuz 10tanesini bile sayamazsınız fakat şu anda 200den fazla ürün çeşidine sahipler.İşte bu nedenle bu kadar iyi bir firmanın pazarlama yönünden iç piyasada eksik kaldığını ve yetersiz olduğunu düşünüyorum.Rakiplerinin ürünlerini bulabildiğimiz noktaların hepsinde Şölen markasını yada birçok çeşidini bulamamamızda,bunlara Kipa,Migros gibi perakende mağazalar zincirleride dahil ,ayrı bir sorgulama gerektiriyor, yani en azından İzmir için bunu söyleyebilirim.Şimdilerde yeni ürünleri Choco Mia'nın reklamıda tv lerde dönmekte.Bu ürün piyasaya çıkar çıkmaz tv lerde reklamıda dönmeye başladı ki,bu ürünün tanıtımı için özel bir çaba sarfettikleri aşikar.
Sonuç olarak bu kadar iyi ve büyük bir firmanın yurt dışında ki kadar iyi bir pazarlama yönteminin iç piyasada olduğunu düşünmüyorum ve buna şaşırıyorum.Tabi bu firmanın yurt dışına daha çok önem vermesindende kaynaklanıyor olabilir ama bence bu kadar iyi kalitede ürünleri olan ve inovatifliği ön planda olan bir markanın yurt içinde kendisini daha çok tanıtması ve tanınması gerektiğinin taraftarıyım.Ben ilerleyen zamanlarda uygulayacakları pazarlama stratejileri ile yurt içinde de daha çok ses getireceklerini ve tanınacaklarını düşünüyorum ve bekliyorum.
28 Nisan 2009 Salı
Pazarda Pazarlamasız Satış Taktiği :)
13 Nisan 2009 Pazartesi
Denizbank'ın Yeni Reklam Projesi
2.5 milyon müşterisi, 330 bin KOBİ'si, 230 bin tarım işletmecisi, 20 bine yaklaşan kurumsal ve ticari müşterisi bulunan Denizbank, müşterileri için ürettiği ürün ve hizmetleri kamuoyuna daha iyi anlatmak için böyle bir yol seçmiş.
1 Nisan 2009 Çarşamba
EŞİ Benzeri Görülmeyen TÜKETİCİ Şikayeti
Sonrasında satılma ihtimaline karşılık (nihayetinde altı metrekare bir halıdan bahsediyoruz, kaybetmesi zor olsa gerek ! ) bu tarz halılar satan birkaç mağaza gezdikten sonra halısını bulmuş, servisle yüzleştirip halısına kavuşmuş. Bu anlattıkları arasında en ilginciydi, taa ki Tüketici Şikayet Hattına doğudan gelen bir telefondan bahsedene kadar. Telefondaki sesten gelen sual dehşet vericiydi. Tam olarak şöyle demiş: 'O kadar başlık parası verdim, bir kadın aldım ama defolu çıktı. Başlık paramı nasıl geri alabilirim?'. Saba Tümer'in yüzündeki şaşkınlık ifadesini görmeniz lazımdı. O tepki veremediğinden Engin Başaran anlatmaya devam etti. Beyefendiye !! yardım edemeyeceklerini açıklamışlar (doğal olarak ve nazikçe). Ama zavallı adam bunun bir hak olduğunu düşünüyormuş ve çirkinleşerek ısrarla tekrar sormuş. Tabi ki cevabını alamadan kapatmak zorunda kalmış. Bunun yanlışlığının ne kadar üst boyutta olduğunun farkında olan Saba Tümer ve Engin Başaran tarafından adama verip veriştirildi. Bizde onların yaptığı gibi hatta canlı yayında olmayışın verdiği rahatlıkla adamın kulaklarını bol bol çınlattık. Tüketici hakları bilincinin bu kadar oturmuş olup bir kadının da mal olarak görülemeyeceğinin hala anlaşılmamış olması da ayrı bir tezatlık. (Gerçi olaya adamın gözünden bakarsak iş değişiyor tabi, o zaten TÜKETMEK ! için evlenmiş) Fakat ne yazık ki bu özellikle Doğu Bölgelerimizde ve Anadolu'da yaşanan bir Türkiye gerçeği...
27 Mart 2009 Cuma
Modada Gossip Girl Salgını
Ülkemizde de hatırı sayılır bir izleyici kitlesi edinmiş olan, Amerika’nın en çok konuşulan gençlik dizisi “Gossip Girl”, oyuncularının giydiği kıyafetlerle herkesin dilinde. Bunu kısa zamanda fark eden Amerika ve Avrupa’nın en ünlü modacıları ve markaları ürünlerinin dizide yer alması için yarışa girmiş durumda. Her hafta dizide Gucci çantalar, Prada ayakkabılar, Blackberry’ler, Apple marka bilgisayarlar, Lagerfeld imzalı kıyafetler görmek mümkün. Dizinin yapımcısı aslında bu tarz bir ilgiye oldukça alışık bir isim olan The O.C.’nin yapımcısı Josh Schwartz. Başlarda dizinin The O.C.’nin yakaladığı başarıyı yakalayamayacağını düşünen eleştirmenler şimdiyse diziye gençleri kötü yönlendirdiğine dair ağır eleştiriler yağdırıyorlar. Ancak dizi üzerine bu kadar çok konuşulması yapımcıların ve bu dizi üzerinden reklamlarını en iyi şekilde yapan moda sektörünün işine gelmiyor değil. Ne de olsa reklamın iyisi kötüsü olmaz demişler. Onlar eleştirdikçe daha çok kişi diziyi merak ediyor ve her geçen gün fanlarının sayısı hızla artıyor.
Dizide kullanılan her ürün gençleri takıntılı derecede ilgilendirir olmuş durumda. İnternette, gençlerin dizide giyilen kıyafetlere nasıl ulaşabilecekleri, beğendiği karakterin tarzını nasıl yakalayabileceklerine dair sayısız moda sitesi var. Bu sitelere artan ilgi aynı zamanda sitelere verilen reklam sayılarını da etkilemiş durumda. Eskiden bir “Gucci” reklamına sıradan bir moda sitesinde rastlamak imkansızken şimdi Gucci gibi dünyanın en ünlü markaları bu sitelerde göze çarpar oldu. Kısacası diziyle yaratılan çılgınlık, sektörde yarattığı snowball etkisiyle oradan oraya yayılmakta. Kıyafetleri, soundtrack albümleri, Gossip Girl armalı ve fotoğraflı sayısız ürünü ve bunları pazarlayan resmi siteleri…
Sahip oldukları bu etkiyi fark ettikten sonra dizide de gözle görülür değişiklikler oldu. Dizinin başlarında her karakterin göze çarpan tarzları olsa da her kesime hitap edecek şekilde düzenlenmemişti. Şimdiyse neredeyse her tarza göre giyinen bir karakter bulmak mümkün; rocker tarzıyla Jenny, 60s ve Audrey Hepburn tarzıyla Blair, vintage tarzıyla Serena, takım elbiseleriyle Chuck ve entelektüel Brooklyn tarzıyla Dan, hatta daha olgun kişiler için gençlerin ebeveynleri olan eski rock yıldızı tarzıyla Rufus, zarif tarzıyla Lily ve daha saymadığım bir sürü karakter…
Dizi öylesine kuvvetli bir etkiye sahip ki bir gün önce gençlerin beğenmediği bir şeyi ertesi gün dizide gösterip tüm fikirleri değiştirebiliyorlar. Bu nedenle reklam kampanyalarında dizi oyuncularını kullanmak için markalar yarış halinde. Reebok’ın yeni sezon ürünlerini tanıtan dizide Blair Waldrof (gerçek adıyla Leighton Meester) markaya şimdiden bir hareketlenme kazandırmışa benziyor. Çünkü bu ürünleri şimdiden bütün moda dergilerinde ve sitelerinde görmek mümkün.
Kısaca söylemek gerekirse “Gossip Girl Modası” bir salgın gibi başta Amerika olmak üzere bütün dünyada yayılmakta. Görünüşe bakılırsa da dizi yapımcıları, oyuncular ve moda sektörü bunu en iyi şekilde değerlendiriyor. Moda sektörü reklam giderlerini düşürürken bir yandan da en iyi ürün tanıtımını yapıyor. Dizi, pazarlama stratejilerinden biri olan model oluşturmanın en iyi örneklerinden biri.
22 Mart 2009 Pazar
Fenerbahçe SK&Marketing
Futbol dünyanın en popüler sporu ve büyük paraların döndüğü bir sektör.Bu kadar büyük ilgi gören bir sektörü paraya çevirebilmenin yoluda çok iyi bir pazarlama stratejisinden geçiyor.Türkiye'de bunu en iyi yapan kulüp ise şüphesiz ki Fenerbahçe SK.1998 yılında Aziz Yıldırım ve ekibinin Fenerbahçe yönetiminin başına geçmesinden sonra bu zamana kadar geçen 11senelik süreçte Fenerbahçe'nin finansal anlamda çok iyi bir yere gelmesinde "FENERBAHÇE" markasını en iyi şekilde pazarlamasını göstermemiz yanlış olmaz.
İlk başta kendi ceplerinden bile para vermiş olmalarına rağmen,daha sonra yavaş yavaş markanın gücünü kullanmaya başladılar.Diğer kulüpler finansman ararken Fenerbahçe,Şükrü Saraoğlu Stadı'nı kulübün kasasından hiç para çıkartmadan tamamen sponsorların desteği ile yeniledi ve kapasitesini 20000 arttırarak stadyum hasılatını da arttırmış oldu.2000 yılında Fenerium'u kurdu ve şu anda 59 mağazalık bir perakende mağazalar zincirine ulaştı.Yıllık 40milyon doları aşan ciroya ulaştı ve kulübe büyük bir katkı sağlanmış oldu.Bu rakama ulaşmasında "FENERBAHÇE" markasının gücünü kullanarak taraftarlarına her türlü ürünü sunması ve en iyi şekilde pazarlayabilmesidir.Yani taraftar fenerium'a girdiğinde aradığı şeyi Fenerbahçe markası ile bulabilceğini biliyor ve bu sebeple başka bir yerden alacağına fenerium'dan alıp aynı zamanda da kulübüne katkı sağlayacağını düşünerek hareket ediyor.Bir diğer yandan Appiah-Anelka-Ortega-R.Carlos-Alex gibi yıldızları transfer edip, bu oyuncuların forma satışlarından elde ettiği gelirlerle 1ay gibi kısa sürede transfer ücretlerini karşılamıştır.Ayrıca R.Carlos'u transfer ettiğinde 33000 kombine kart satması transferin sadece saha içi için olmadığını bunun yanı sıra pazarlamada da bu isim gücünün kullanıldığını gösterdi.Bunların yanı sıra,sürekli olarak yeni ve ilginç ürünler sundular.Mesela,100.yılında yuzyillarca.com adlı sitede taraftarına 1pixel'lik bir alanı 10TL'ye satarak ,o alana yükleyeceği fotoğrafı 100yıl yayınlama garantisini vermiştir ve şu ana kadar 871.000 kutu satarak kulübe bir gelir sağlanmıştır.El yapımı 18 karat altından üretilen 100 adet Fenerbahçe logolu saat kulübün kasasına 1.2milyon euro katmıştır.Bunlar gibi birçok örnek "FENERBAHÇE"markasının gücü ile en iyi şekilde pazarlanmış ve kulübe büyük bir gelir kaynağı sağlamıştır.Kısacası Fenerbahçe SK yönetimi iyi uyguladığı pazarlama stratejisinin göstergesi olarak 2008 yılında Avrupa para ligi'nde 19.sırada yer aldı.Yani avrupa'da geliri en çok olan 19.kulüp konumuna gelmiştir.Ve son olarak "Fenerbahçe coşturur Fenercell konuşturur" sloganı ile birlikte "FENERCELL"projesini hayata geçirdi.Fenerbahçe SK dünyada bir ilke imza atarak gsm operatörlüğü işine girdi.Yine markanın gücüne ve taraftarına güvenerek bu projeden yaklaşık 20milyon dolarlık bir gelir bekleyen kulüp bakalım bu işin altındanda başarı ile kalkabilecek mi hep beraber göreceğiz...