24 Mayıs 2009 Pazar


Bir önceki yazımda Coca Cola gibi bir dünya devini ve reklamlarını överken şu an tam tersini kendi ülkemin markalarına yapacağım için üzgünüm ama artık yeter. Küçüklü, büyüklü reklamlarında saçmalamaya başladılar. Acilen kendilerini bir uzman eline bırakmalılar. İçinde tavuk olan bir fırının önüne geçip gıdaklayarak oynamayla olacak iş değil çünkü bu. Evet Şen Piliç'ten bahsediyorum. Ve onun reklamlarını İbrahim Talıses'in kendi çektiği kliplere benzetmeye başladım. Ortada bir klip var mı var, o şarkıyı bi şekilde iletiyor bunlar da markayı. Hoş İbrahim Tatlıses'in de Şen Piliç'in de satışları bu ortamda hiç fena sayılmaz. Acaba bende mi bir sorun var? Yaklaşık 4-5 reklamdır tek yapılan mutfakta 7'den 70'e kadınlı erkekli o güzelim Şen Piliç şarkısını söyleyip, ağızlarının suyu aka aka oynamak. Değişense son reklamda oynayan oyuncunun diğerlerinden daha ünlü oluşu. Hadi diyelim Şen Piliç'in çapı dar, buna ayıracak sermayesi yok veya gerek duymuyor ama Pınar'a ne demeli? Anneler gününe az bir süre kala iki reklam çıkardı. Biri gerçekten çok etkileyiciydi. Sözler, Sertab Erener'in sesi, görüntüler... "Bir tek annem olsun, bana bir şey olmaz" dedi ve bir sürü fotoğraf aldığına dair haberler yayınlandı. Ama diğeri ona pek yakışmadı ve şaşırttı. Çalışan annelere yönelik yapılan bu reklam, daha çok düşük eğitim seviyesine yönelik gibiydi. Çok kötü sözlerle, kareoke yaparmışçasına söylenen bir şarkı, bunu söyleyen bir anne ve bir kaç ufaklık. Reklamı yapılansa hazır köfte; çalışan annelerin yardımcısı. Şen Piliç'le ortak yan ise başrolde ünlü tiyatrocuların oluşu. Peki ne farkı kaldı Pınar'ın Şen Piliç'ten? Yılların tecrübesi, geniş ürün ağı, yüksek satış grafiği neden yok sayıldı? Bu reklam belki satışları azaltmaz ama umarım benzeri de tekrarlanmaz.

BU PAZAR PAYINA ALKIŞ


Cola Cola 100 yılı aşkın süredir global bir marka olarak raflardaki yerini genişleterek koruyor. Global düşünüp, bölgesel hereket ediyor. Bütün satış ve pazarlama stratejilerini o bölgenin insanına uygun tasarlıyor. Reklamlarıyla samimi bir tavır çizerek, ürününü gün geçtikçe artan satış rakamına ulaştırıyor. Sadece belli bir kesime değil, herkese ulaşmaya ve ürününü en iyi şekilde satmaya çalışıyor. Ve bu sayede Türkiye pazarında çok büyük bir yere sahip oluyor. Ayrıca yıllardır aynı logoyla ve her yerde bize kendini gösteriyor. Adını da , logosunu da beynimize kazıyor. Günde en az 10defa Coca Cola ile karşı karşıya kalıyoruz. Bu sayı o gün içinde değişen aktivitelerimizle doğru orantıda değişerek sayısını katlayabiliyor. Bakkal tabelaları, tv reklamları, promosyon eşyaları... Zaten tabela masrafları Coca Cola'ya ait oluyor ve bunun karşılığında eline o dükkana yerel markaları (Cola Turka, Kristal vb.) sokmama gücünü geçiriyor. Bizim de bilinçaltımıza kendi markasını kazıyor. Reklam kampanyalarıysa kendi başına ayrı bir konu. Birbirinden yaratıcı, etkileyici ve başarılı reklamlara imza atıyorlar. Her yaş grubunu kendilerine hedef seçip, bunun üzerine gidiyorlar. Farklı konseptler oluşturup, tekdüzelikten çıkıyorlar. Ve son reklamlarında da yine yapacaklarını yaptılar: iki kişinin çizimlerle konuştuğu, Coca Cola ve aşkı bir arada gösteren reklam. Yine çok yaratıcı ve dolayısıyla başarılıydı. Bir önceki de öyle. 102 yaşında bir dedeyle çekilmiş aynı zamanda kendi yaşlarını da ifade eden bir reklamdı. Bu reklamda sadece gençleri ve orta yaşlıları değil aynı zamanda yaşlıları da ürünlerini almaya teşvik ettiklerinin kanıtıydı. Ama tabi en büyük kitle gençler. Rock'n Coke festivalleri bu iddianın en büyük kanıtı. Alkış reklamında oynatılan "erkeğin aramasını beklemeden arayan KIZ" ve "patronundan önce işten çıkan ELEMAN"... Benim favorim ise bozuk para atarak sahip olduğumuz kutu colanın bize ulaşana kadar ne aşamalardan geçtiğini gösteren reklam filmleri. Kullanılan animasyonlar çok güzel ve emek harcanarak yapıldığını belli eden cinstendi. Paranın atılmasından kutu colanın düşüşüne kadar geçen o 3sn. ancak bu kadar yaratıcılık konuşturularak gösterilebilirdi. Ki bu ürünün insana haz duygusundan başka bir yararı olmayıp hatta vücudun içinde ve dışında:)) çeşitli zararları olduğunu varsayarsak satış rakamları için o zaman onlara da kocaman bir alkış...

Alpet Reklamı




Dün gece nba batı finali maçını izliyordum.Maçın devre arası olduğunda doğal olarak tv kanallarının can damarı olan reklamlar devreye girdi bu sefer.Genelde maçların devre aralarında reklamları izlemek yerine zapping yaparım ama 1gün önce arkadaşımın dediği bir reklamı izlemek için bekledim.Çünkü,reklamda pascal nouma oynuyormuş ve arkadaşım bana dedi ki;eğer bu reklamı izlersen çok sinir olursun dedi benim Fenerbaçeli olduğumu bildiği için.Bende dedimki;ya ne var adam oynayabilir yani niye sinir olayım ki ben pascal bir reklam filminde oynadı diye dedim.Ama o bana sen izle bi denk gelirsen, o zaman anlarsın beni dedi.Bu nedenle bende maçın devre aasında reklamları izlemeye devam ettim. 2-3 reklam sonrada pascal'ın oynadığı alpet reklamı başladı.Bende başladım dikkatle izlemeye acaba ne olacak diye.Pascal geliyor benzinciye,arabadan iniyor,görevli onu görünce şaşırıyor ve arkadaşlarına bağırıyor tezahürat yapıyorlar kendi aralarında sonra bir iki muhabbet ,görevli pompayı takıyor ve benzin doldurmaya başlıyor.Buraya kadar herşey normal çünkü dikkatle izliyorum ve kendi kendime de diyorum;heralde bu tezahürat olayına kızacağım diye düşündü bizim arkadaş diye.Ama işte hemen arkasından olay gerçekleşiyor,pascal elini cebine atıyor,sözde para çıkaracak ama biraz dikkatle bakınca burada pascal'ın yıllar önce bir FB-bjk maçında yaptığı o terbiyesiz harekete atıfta bulunulduğunu anlıyoruz.Anlamamak için biraz sorunlu olmak lazım.Zaten pascal elini cebine attığında görevlinin "aman abi napıosun" demeside olayı tam olarak açıklıyor.Gerçi sonra pascal para vereceğini söylüyor ama sen gel onu benim külahıma anlat.Pascal bu hareketinden dolayı kulüpten gönderildi,Türkler'in yapısına ters olan bi hareketten dolayı herkesten tepki topladı, alkışlanmadı.Ama sen bunu gel reklam filmine yani seni tanıtan bir projeye koy.Reklam yapmanın amacı nedir?Markanı,ürününü tanıtmak ve müşteriyi çekmektir.Ama sen böyle birşey yaparak anca markanı lekelersin ve tepki toplarsın.Şimdi otursun bir kere düşünsün bu reklamı yapanlar ve buna onay veren şirket yetkilileri,sizce FENERBAHÇE taraftarı bundan sonra yolda kalacağını bilse alpet'e girer mi?Yolda kalsa alpet'e mi girer?yoksa daha uzakta ki bir benzin istasyonuna yürüyüp oradan bidona benzini doldurup geri mi döner?Ben söyleyeyim;bu Fenerbahçe taraftarı hayatta alpet'e uğramaz bile bundan sonra.Daha güçlü rakiplerin olduğu bir pazarda böylesine önemli bir kesimi karşına almak ne kadar mantıklı?Bence alpet kendi kuyusunu kendisi kazmış yani,bir tarafa yaranacağım derken elinden de güçlü bir pazar payını kaçırmış.Ne diyelim kendi düşen ağlamaz.

Adil Işık'ta Beklenmeyen Gelişim


Adil Işık son zamanlarda markalaşmak adına kendini en çok geliştirmeyi başaran Türk mağazalarından biri. Zamanında vitrinlerinin önünden geçerken dönüp bakmaya bile yeltenmezken, şimdi her önünden geçişimizde başka bir mağaza sanıp dönüp adına bakar olduk…Hatta sık sık kendi çevrem dışındaki insanlarınlar bu konuyu konuşurken kulak misafiri oldum. Herkes Adil Işık’taki bu beklenmedik gelişimin nasıl bu denli bir başarıya dönüştüğünü merak ediyor. Aslına bakarsanız bunu anlamak o kadar da zor değil. Çünkü Adil Işık uzun zamandan beri tüm taktikleri bünyesinde denemekteydi. Markalaşmak istediği hedef kitlesinde alt yapı oluşturmak için uzun zamandır çalışıyordu. Ancak en başarılı hamlesi son sezonda hazırladığı koleksiyon oldu diyebiliriz. Öncelikle yanlış attığı adımları daha sonra da tarz anlayışlarını geliştirdi. Adil Işık ilk çıktığında çok iddaalı bir hareket yaparak tüm ürünlerine, dışarıdan görünür şekilde ADL yani marka kısaltmalarını işletmişti. Ama kimse daha yeni çıkmış bu markayı üzerlerinde böyle aleni şekilde taşımak istemedi. Sonunda da bu tutkusundan vazgeçmek zorunda kaldı. Sonra kendini şık ve sportif kadına da yöneltmek istedi. Ancak bu yeni tarz anlayışları öylesine kötüydü ki; şık eşofman diye parlak, caf caflı renklere sahip garip eşofman yığınları oluştu mağazalarda. Bundan da vazgeçmesi gerektiğini anlayan Adil Işık sonunda çalışan şık bayanlara hitap ederken, aldıkları kıyafetleri günlük yaşamlarında da kullanabilmelerini amaçladı. Daha önceleri çalışan kadın için üretilen kıyafetlerde başarılı olmasına rağmen çalışmayan bayanlara yönelik çok fazla kıyafet bulmak mümkün değildi. Aslına bakarsanız Adil Işık asıl hedef kitlesini (çalışan bayan) hiç değiştirmemiş olsa da içinde hala oturamamış parçalar vardı. Bunu da sürekli yeni tarzlara el atarak doldurmaya çalıştı. Örneğin; bu sezonda u boşluğu genç bayanlara da hitap ederek doldurmaya karar vermişler. Daha önce Adil Işıkta görmeye alışık olmadığımız teenage tarzı bir sürü t shirt ve kot bulmak bu yıl mümkün. Kısacası, Adil Işık markalaşmak adına deneme yanılma yöntemini kullansa da attığı bazı yerinde adımlar ve gelişmek için harcadığı çabayla insanların takdirini ve ilgisini toplamaya çoktan başladı. Bakalım bunu sürdürebilecek adımlar atmaya devam edebilecek mi? Göreceğiz…DIV>

23 Mayıs 2009 Cumartesi

Eurovision2009 Neler Getirdi!



Eurovision bu yıl bir başkaydı Türkiye’de. Hadise seçilmişti. Bu seçimden pek şikayetçi olan yoktu. Hatta gün geçtikçe beklentiler artıyordu. Büyük bir kesim birincilik bekliyordu. ‘Düm Tek Tek’ ilk seslendirdiğinde eleştiriler hep olumluydu. Daha önceki yarışmalarda tanınmayan imkanlar tanınıyordu Hadise’ye. Onun resimleriyle donatılmış, konfor bakımından kimsenin bir şey diyemiyeceği otobüs bile tahsis edilmişti ilk defa. Peki Hadise bunların hakkını verdi mi. Büyük oranda evet. Hayır diyenler para için konserden konsere koştuğunu sesini yorduğunu, giymiş olduğu kıyafetle ve dansla Türkiye’nin, Türk kültürünün hiç alakasını olmadığını(2. ve özellikle 1. olan alexander, fairytale ile ülkelerine özgü dans ve müziklerini yansıtmışlardı) savunuyorlardı. Kendi kültürünü, dansını yansıtmayan tek ülke olduğumuzu savunan bile vardı. Ayrıca Hadise’nin ‘ben ilk 5’i hedefledim ve 4. oldum içim rahat. 1.liği o kadar istemedim’ türünden açıklamaları olumsuz görüşleri destekler gibiydi sanki. Ama Hadise elinden geleni, hatta elinden gelenin daha fazlasını yapmaya çalıştı ve kötü sayılamayacak bir başarı elde etti.

Peki madalyonun diğer yüzü nasıldı..53 yıllık Eurovision şarkı yarışması sadece bir şarkı yarışması değil aynı zamanda katılımcılar için ciddi bir kaynak ve büyük bir tanıtım fırsatı idi. Sponsorların büyük bir pay sahibi olduğu bu organizasyonda Hadise ‘Düm Tek Tek’ ile 400 bin TL’lik sponsor geliri buldu. Sponsorluk yapan şirketlere önemli bir Pazar olanağı sağlayan Eurovision’a ülkelerin ayırdığı kaynaklarda da her geçen sene artış olmakta. Markalar bu sayede prestijlerini ve bilinilirliklerini artırıyor. Özellikle Eurovision’a ev sahipliği yapacak ülke kendisine önemli oranda ekonomik katkı sağlıyor. Bu yıl ekonomik krize rağmen 42 milyon dolar harcayan Rusya bunun karşılığını alsa da vatandaşları tarafından bu kadar fazla harcamadan dolayı olumsuz eleştirilere maruz kalıyor. Rusya bu yıl yapmış olduğu harcamayla adeta bir gövde gösterisinde bulunarak Eurovision tarihindeki en fazla harcamayı yapmış bulunuyor. 5 yıl önce Türkiye de 10 milyon dolarlık harcama yapmıştı İstanbul’da düzenlenen finaller için. Görüldüğü gibi şirketler reklamlarla, bu kadar da olmaz dedirtecek kadar girebilecekleri her alanda kendilerine yer etmeye çalışıyor.




2008-2009 UEFA Finali


Yıl 2009. Mayıs’ın 20’si. Yer İstanbul Fenerbahçe Şükrü Saraçoğlu Stadyumu. Bu sistemle en son düzenlenen Uefa kupası. Kupanın bir yanında BJK’yi ve GS’yi şampiyon yapan, ayrıca GS’ye Avrupa’da süper kupayı kazandıran ama iki takımda da tutunamayan ve FB’nin hoca adaylarından Mircea Lucescu’nun takımı Shakhtar Donetsk, diğer yanında finalin favorisi olarak gösterilen Milan’ı eleyen Werder Bremen. Fakat biri Almanya temsilcisi diğeri Ukrayna. Diyeceksiniz ki neden fakat? Diyeceğim ki..Çünküü, turizmcinin hayalleri suya düştü. Adamlar GS’nin olası finale çıkması durumunda her ne kadar Türkiye’yi coşturacak olsa da beklenen 40000 taraftarın ve 80-100 milyon doların uçacağını düşünüyorlardı. Ama şimdi çok mu farklı oldu? Hayır..turizmcilerin korktuğu başına geldi ve bekledikleri olası bir İngiliz-İtalyan finalinin yerine Ukrayna-Almanya finali geldi. İngiliz-İtalyan finalini bekliyorlardı çünkü bu ülkelerin hem eskilere dayanan bir turizm geleneği vardı hem de milli gelirleri çok yüksek olduğu için çok fazla harcama potansiyelleri vardı. Fakat krizden etkilenen ve İstanbul’a gelip İstanbul’da para harcayacak kadar zengin bir taraftar kitlesine sahip olmayan Ukrayna temsilcisi ve bu kadar olmasa da buna benzeyen Almanya temsilcisi çıktı Kadıköy’deki finale. Yani turizmci otellerin tamamen dolacağını, turistlerin burada konaklamadan öte yiyip içip, hatıralık eşya alacaklarını düşünürken, ne oteller yarıyı geçti, ne birçok taraftar konaklamak için geldi(çoğu günübirlik) ne de durum böyle olunca beklenilen gelir elde edildi. Neticede FB’nin UEFA finalini Kadıköy’e aldırması her ne kadar Türkiye için iyi olsa da beklentilerin çok çok altındaki turizm geliri, turizmcileri bozguna uğrattı. Biz bu duruma iyinin kötüsü diyelim. Ne yapalım beklenilen takımlar finale çıkamadı, beklenilen gelir elde edilemedi ama Türkiye önemli bir organizasyona ev sahipliği yaptı. Bu arada finali, temel felsefesi en baştan bir takım oluşturarak kurduğu takımı başarılara ulaştırmak olan Lucascu’nun takımı Shakhtar Donetsk kazandı. Burada da Lucescu etkenini görüyoruz ki Lucescu gittiği her takımı başarıya ulaştırmasıyla tanınıyor artık ve birçok ünlü kulübün transfer listesinde.

Finallerin Türkiye’de oynanmasında rol oynayan ve organizasyonda yer alan herkese teşekkürler..



2010 Avrupa Kültür Başkenti: İstanbul

Yüzyıllarca Osmanlı’ya, Bizans’a başkentlik yapan, hakkında onlarca şiir, şarkı, roman yazılan, Bizanslıların Konstantinopolis, Osmanlı’nın İstambol, İtalyanların Kospoli, diğer milletlerin farklı şekillerde adlandırdığı şehir İstanbul. Kimine göre yaşanmaz sadece gezilir, kimine göre vazgeçilmez, bırakılıp gidilemez bir şehir. Ama herkesçe bilinen birçok milleti içinde barındırmış, her ilçesi ayrı bir şehir ayrı bir dünya olan, tarihle dolu bir kültür şehri.

İstanbul 2010 Girişim Grubu'nun Ekim 2005'te İstanbul’un 2010 adaylığı ile ilgili olarak hazırlayıp, 14 Mart 2006'da Brüksel'de sunduğu başvuru kabul edilmiş ve İstanbul 2010 Avrupa kültür başkenti olmuştu. 2006’da başlayan bir süreç ve hazırlanan birçok proje. İletişim, organizasyon, eğitim, tasarım gibi birçok alanda yeni iş sahaları açılacak. Avrupayla ekonomik ilişkilerin gelişmesini sağlayacak. Türkiye’yi İstanbul vasıtasıyla dünyaya tanıtmak için önemli bir fırsat. Bu sayede Türkiye’yi tanıtarak dünyada daha çekici olarak düşünülmesini sağlamak için bir fırsat. Turist sayısı bu sayede hatırı sayılır bir miktarda artacak ve Türkiye’nin mali açıdan kazanımı da azımsanamayacak kadar çok olacak gibi görünüyor. Ayrıca özel sektörle yapılacak çalışmalar da her alanda ekonomide fırsatlar oluşturacağının habercisi. Özel sektördeki şirketlerin ortaya koyacakları yaratıcı projelerle bu fırsattan yararlanabilmelerine olanak sağlayan bir fırsat. Şu an yürütülen birçok projeyle 2010’u en iyi şekilde değerlendirmeye çalışan birçok çalışan. Bakalım 2010’un sonunda bu fırsatı en iyi şekilde değerlendirip gerek ekonomik, gerek kültürel, gerekse siyasi açıdan istediklerimizi elde edebilecek miyiz? Hep birlikte bekleyip göreceğiz...