28 Nisan 2009 Salı

Pazarda Pazarlamasız Satış Taktiği :)



Patlak veren krizle birlikte tekstil piyasası büyük bir yıkım yaşadı. Fabrikalar kapandı, makineler durdu, işçi çıkarımları yapıldı. En büyük tekstil grupları bile küçülmeye gitti. Maliyet arttı, alıcı azaldı. Bu yaşananlarla birlikte fiyatlar fırladı ya da fırlayan şeyler sadece insanların cüzdanındaki paralar olduğu için “Moda bana yakışandır.”, “Ben modaya inanmıyorum.”, “Bu sene moda kendini tekrarlıyor.” gibi söylemler yeniden popüler oldu. Bu durum aslında çokta şaşırılacak bir durum olmasa gerek. Krizin izlerini mağazalardan bile hissetmek mümkün. Çünkü mağazalara baktığımızda basit tshirtlerin bile dudak uçuklatan fiyatlarla etiketlendiğini görüyoruz. Zamanında bu mağazaların müdavimleri ise krizden boşalmış ceplerini tatmin etmek için kendilerine yeni bir çözüm yolu bulmuşa benziyor: PAZARLAR. Mağazaları dolaşıp dolaşıp bir şey almayan eski mağaza müdavimlerimiz, almak istedikleri ürünler ithalat fazlası olarak ya da defolu mal olarak pazara düşse de pazardan alsak diye bekler oldu. Bu yeni akım pazarda yeni bir dönem başlattı. Bu zamanı kara çevirmek isteyen pazarcılar ise kısa zamanda akıllandı.Ünlü mağazaların en güzel ürünlerini birebir taklit eden küçük tekstil atölyeleri arar oldu. Ancak pazardan alışveriş yapan bu yeni kesim öyle her şeyi beğenecek; her Zara, Bershka ya da Ole yazan ürünü alacak tipler olmadığından üreticiler de yeni bir yöntem geliştirdi: “Markasız Ürünler”. Yeni pazar tüketicilerimiz, mağazalardan pazarlara yeni düştüğü için alım gücü olarak normal pazar alıcılarımızdan daha kuvvetli, haliyle de pazarcılarımızın odak noktası. Kendilerine sahte ürün giymeyi yakıştıramayan alıcılarımız tercihlerini mağazalardaki ürünlere benzeyen ancak her hangi bir marka altında satışa sunulmayan ürünlerden yana kullanıyor. Kısacası bu ürünler taklit olan ama kendini taklit olarak adlandırmayan ve kendilerini pazarlamadıkları, yani markalaşmadıkları için tercih edilen ürünler. Her ürün markalaşmak ve adını duyurup insanların akıllarında yer edinmek ister. Fakat görünüşe bakılırsa kriz pazarlama stratejilerini de değiştirir olmuş, pazarlama yapmamak da bir hüner olmuş. Bakalım kriz ortamında kar etmeye çalışanlar daha ne gibi yollara başvuracaklar, heyecanla bekliyoruz...

13 Nisan 2009 Pazartesi

Denizbank'ın Yeni Reklam Projesi

Reklam fiyatlarının gerilemesinin etkisiyle krizi fırsata çevirmek isteyen Denizbank, Beyazıt Öztürk ve Erdal Özyağcılar'la markasına yatırım yapmak üzere anlaştı. Denizbank'ın yeni dönem kampanya yüzleri olan Erdal Özyağcılar ile Beyazıt Öztürk, reklam filmi için Maldivler'de kamera karşısına geçtiler. Maldivler'de yapılan çekimlerde Özyağcılar Robinson Cruose, Beyazıt Öztürk ise Cuma karakterine girdiler.

Yeni reklam ve marka stratejilerinin tanıtıldığı basın toplantısında konuşan Denizbank Finansal Hizmetler Grubu Müdürü Hakan Ateş, krize rağmen hedefleri doğrultusunda ilerlemeye devam ettiklerini belirterek yeni stratejilerini şöyle açıkladı; 'Büyük hedeflere ulaşma yolunda markamıza büyük bir yatırım yapmak için harekete geçiyoruz. Böylelikle sahip olduğumuz gerçek gücü geniş kitlelerle buluşturmayı amaçlıyoruz. Yaklaşık 2 yıldır üzerinde çalıştığımız bu strateji ve iletişimin meyvelerini kısa sürede toplayacağımıza inanıyorum.'
Ateş, Marka stratejisi etrafında Beyaz ve Erdal Özyağcılar'ın Denizbank'ın yeni yüzleri olduğunu belirterek, 'Beyaz ve Özyağcılar'ın Türk halkı üzerinde oluşturacağı sıcak hisler ve esprili kişilikleri Denizbank'a çok önemli katkılar sağlayacak. Yeni yüzlerimizle Türkiye'nin ilk 5 özel sektör bankası arasında yer alma hedefimize doğru emin adımlarla ilerliyoruz' dedi.

2.5 milyon müşterisi, 330 bin KOBİ'si, 230 bin tarım işletmecisi, 20 bine yaklaşan kurumsal ve ticari müşterisi bulunan Denizbank, müşterileri için ürettiği ürün ve hizmetleri kamuoyuna daha iyi anlatmak için böyle bir yol seçmiş.
Denizbank bir yıl boyunca sürecek olan ve 21 ayrı hikayenin yer alacağı bu reklam kampanyası ile, sektörün en yaratıcı reklamlarını yapan Garanti Bankasına sıkı bir rakip olacağa benziyor. Denizbank’ın bu kampanyası ne kadar başarılı olacak ve istedikleri hedefe ulaşılabilecekler mi zaman içinde öğreneceğiz…

1 Nisan 2009 Çarşamba

EŞİ Benzeri Görülmeyen TÜKETİCİ Şikayeti

Geçen gece bir programda TÜDER Genel Başkanı Emekli Öğretim Görevlisi Engin Başaran'a rastladım. Haklarımızdan, kendilerine gelen şikayetlerden ve başlarına gelen ilginç olaylardan bahsediyorlardı. Ve bende bloğumuzu süsleyecek bir haber bekliyordum ki ilki geldi. Engin Başaran geçtiğimiz aylarda bir halı yıkama servisine iki halısını bırakmış, geri almak için de belge olarak sadece halıların kaç metrekare olduğunu belirten bir kağıt parçası almış. Bir hafta içinde gelmesi gereken haber on günün sonunda hala gelmeyince servise gitmiş. Bir halısını temizlenmiş bir şekilde bulurken kendisine diğer halısının kaybolduğunu ve karşılığında kendisine orta halli altı metrekare bir halının ücretinin ödeneceği söylenmiş. Sorun şu ki; bahsettiğimiz halı antika ve çok değerli bir çin halısı. Ama tabi bu detaylar elinde bir belge olarak bulunmadığından yapabileceği bir şey kalmamış. (Dinlerken de garip gelmişti ama tekrar düşünce Tüder Başkanının bu şekilde bir hata yapması gerçekten de çok enteresan)
Sonrasında satılma ihtimaline karşılık (nihayetinde altı metrekare bir halıdan bahsediyoruz, kaybetmesi zor olsa gerek ! ) bu tarz halılar satan birkaç mağaza gezdikten sonra halısını bulmuş, servisle yüzleştirip halısına kavuşmuş. Bu anlattıkları arasında en ilginciydi, taa ki Tüketici Şikayet Hattına doğudan gelen bir telefondan bahsedene kadar. Telefondaki sesten gelen sual dehşet vericiydi. Tam olarak şöyle demiş: 'O kadar başlık parası verdim, bir kadın aldım ama defolu çıktı. Başlık paramı nasıl geri alabilirim?'. Saba Tümer'in yüzündeki şaşkınlık ifadesini görmeniz lazımdı. O tepki veremediğinden Engin Başaran anlatmaya devam etti. Beyefendiye !! yardım edemeyeceklerini açıklamışlar (doğal olarak ve nazikçe). Ama zavallı adam bunun bir hak olduğunu düşünüyormuş ve çirkinleşerek ısrarla tekrar sormuş. Tabi ki cevabını alamadan kapatmak zorunda kalmış. Bunun yanlışlığının ne kadar üst boyutta olduğunun farkında olan Saba Tümer ve Engin Başaran tarafından adama verip veriştirildi. Bizde onların yaptığı gibi hatta canlı yayında olmayışın verdiği rahatlıkla adamın kulaklarını bol bol çınlattık. Tüketici hakları bilincinin bu kadar oturmuş olup bir kadının da mal olarak görülemeyeceğinin hala anlaşılmamış olması da ayrı bir tezatlık. (Gerçi olaya adamın gözünden bakarsak iş değişiyor tabi, o zaten TÜKETMEK ! için evlenmiş) Fakat ne yazık ki bu özellikle Doğu Bölgelerimizde ve Anadolu'da yaşanan bir Türkiye gerçeği...