24 Mayıs 2009 Pazar


Bir önceki yazımda Coca Cola gibi bir dünya devini ve reklamlarını överken şu an tam tersini kendi ülkemin markalarına yapacağım için üzgünüm ama artık yeter. Küçüklü, büyüklü reklamlarında saçmalamaya başladılar. Acilen kendilerini bir uzman eline bırakmalılar. İçinde tavuk olan bir fırının önüne geçip gıdaklayarak oynamayla olacak iş değil çünkü bu. Evet Şen Piliç'ten bahsediyorum. Ve onun reklamlarını İbrahim Talıses'in kendi çektiği kliplere benzetmeye başladım. Ortada bir klip var mı var, o şarkıyı bi şekilde iletiyor bunlar da markayı. Hoş İbrahim Tatlıses'in de Şen Piliç'in de satışları bu ortamda hiç fena sayılmaz. Acaba bende mi bir sorun var? Yaklaşık 4-5 reklamdır tek yapılan mutfakta 7'den 70'e kadınlı erkekli o güzelim Şen Piliç şarkısını söyleyip, ağızlarının suyu aka aka oynamak. Değişense son reklamda oynayan oyuncunun diğerlerinden daha ünlü oluşu. Hadi diyelim Şen Piliç'in çapı dar, buna ayıracak sermayesi yok veya gerek duymuyor ama Pınar'a ne demeli? Anneler gününe az bir süre kala iki reklam çıkardı. Biri gerçekten çok etkileyiciydi. Sözler, Sertab Erener'in sesi, görüntüler... "Bir tek annem olsun, bana bir şey olmaz" dedi ve bir sürü fotoğraf aldığına dair haberler yayınlandı. Ama diğeri ona pek yakışmadı ve şaşırttı. Çalışan annelere yönelik yapılan bu reklam, daha çok düşük eğitim seviyesine yönelik gibiydi. Çok kötü sözlerle, kareoke yaparmışçasına söylenen bir şarkı, bunu söyleyen bir anne ve bir kaç ufaklık. Reklamı yapılansa hazır köfte; çalışan annelerin yardımcısı. Şen Piliç'le ortak yan ise başrolde ünlü tiyatrocuların oluşu. Peki ne farkı kaldı Pınar'ın Şen Piliç'ten? Yılların tecrübesi, geniş ürün ağı, yüksek satış grafiği neden yok sayıldı? Bu reklam belki satışları azaltmaz ama umarım benzeri de tekrarlanmaz.

BU PAZAR PAYINA ALKIŞ


Cola Cola 100 yılı aşkın süredir global bir marka olarak raflardaki yerini genişleterek koruyor. Global düşünüp, bölgesel hereket ediyor. Bütün satış ve pazarlama stratejilerini o bölgenin insanına uygun tasarlıyor. Reklamlarıyla samimi bir tavır çizerek, ürününü gün geçtikçe artan satış rakamına ulaştırıyor. Sadece belli bir kesime değil, herkese ulaşmaya ve ürününü en iyi şekilde satmaya çalışıyor. Ve bu sayede Türkiye pazarında çok büyük bir yere sahip oluyor. Ayrıca yıllardır aynı logoyla ve her yerde bize kendini gösteriyor. Adını da , logosunu da beynimize kazıyor. Günde en az 10defa Coca Cola ile karşı karşıya kalıyoruz. Bu sayı o gün içinde değişen aktivitelerimizle doğru orantıda değişerek sayısını katlayabiliyor. Bakkal tabelaları, tv reklamları, promosyon eşyaları... Zaten tabela masrafları Coca Cola'ya ait oluyor ve bunun karşılığında eline o dükkana yerel markaları (Cola Turka, Kristal vb.) sokmama gücünü geçiriyor. Bizim de bilinçaltımıza kendi markasını kazıyor. Reklam kampanyalarıysa kendi başına ayrı bir konu. Birbirinden yaratıcı, etkileyici ve başarılı reklamlara imza atıyorlar. Her yaş grubunu kendilerine hedef seçip, bunun üzerine gidiyorlar. Farklı konseptler oluşturup, tekdüzelikten çıkıyorlar. Ve son reklamlarında da yine yapacaklarını yaptılar: iki kişinin çizimlerle konuştuğu, Coca Cola ve aşkı bir arada gösteren reklam. Yine çok yaratıcı ve dolayısıyla başarılıydı. Bir önceki de öyle. 102 yaşında bir dedeyle çekilmiş aynı zamanda kendi yaşlarını da ifade eden bir reklamdı. Bu reklamda sadece gençleri ve orta yaşlıları değil aynı zamanda yaşlıları da ürünlerini almaya teşvik ettiklerinin kanıtıydı. Ama tabi en büyük kitle gençler. Rock'n Coke festivalleri bu iddianın en büyük kanıtı. Alkış reklamında oynatılan "erkeğin aramasını beklemeden arayan KIZ" ve "patronundan önce işten çıkan ELEMAN"... Benim favorim ise bozuk para atarak sahip olduğumuz kutu colanın bize ulaşana kadar ne aşamalardan geçtiğini gösteren reklam filmleri. Kullanılan animasyonlar çok güzel ve emek harcanarak yapıldığını belli eden cinstendi. Paranın atılmasından kutu colanın düşüşüne kadar geçen o 3sn. ancak bu kadar yaratıcılık konuşturularak gösterilebilirdi. Ki bu ürünün insana haz duygusundan başka bir yararı olmayıp hatta vücudun içinde ve dışında:)) çeşitli zararları olduğunu varsayarsak satış rakamları için o zaman onlara da kocaman bir alkış...

Alpet Reklamı




Dün gece nba batı finali maçını izliyordum.Maçın devre arası olduğunda doğal olarak tv kanallarının can damarı olan reklamlar devreye girdi bu sefer.Genelde maçların devre aralarında reklamları izlemek yerine zapping yaparım ama 1gün önce arkadaşımın dediği bir reklamı izlemek için bekledim.Çünkü,reklamda pascal nouma oynuyormuş ve arkadaşım bana dedi ki;eğer bu reklamı izlersen çok sinir olursun dedi benim Fenerbaçeli olduğumu bildiği için.Bende dedimki;ya ne var adam oynayabilir yani niye sinir olayım ki ben pascal bir reklam filminde oynadı diye dedim.Ama o bana sen izle bi denk gelirsen, o zaman anlarsın beni dedi.Bu nedenle bende maçın devre aasında reklamları izlemeye devam ettim. 2-3 reklam sonrada pascal'ın oynadığı alpet reklamı başladı.Bende başladım dikkatle izlemeye acaba ne olacak diye.Pascal geliyor benzinciye,arabadan iniyor,görevli onu görünce şaşırıyor ve arkadaşlarına bağırıyor tezahürat yapıyorlar kendi aralarında sonra bir iki muhabbet ,görevli pompayı takıyor ve benzin doldurmaya başlıyor.Buraya kadar herşey normal çünkü dikkatle izliyorum ve kendi kendime de diyorum;heralde bu tezahürat olayına kızacağım diye düşündü bizim arkadaş diye.Ama işte hemen arkasından olay gerçekleşiyor,pascal elini cebine atıyor,sözde para çıkaracak ama biraz dikkatle bakınca burada pascal'ın yıllar önce bir FB-bjk maçında yaptığı o terbiyesiz harekete atıfta bulunulduğunu anlıyoruz.Anlamamak için biraz sorunlu olmak lazım.Zaten pascal elini cebine attığında görevlinin "aman abi napıosun" demeside olayı tam olarak açıklıyor.Gerçi sonra pascal para vereceğini söylüyor ama sen gel onu benim külahıma anlat.Pascal bu hareketinden dolayı kulüpten gönderildi,Türkler'in yapısına ters olan bi hareketten dolayı herkesten tepki topladı, alkışlanmadı.Ama sen bunu gel reklam filmine yani seni tanıtan bir projeye koy.Reklam yapmanın amacı nedir?Markanı,ürününü tanıtmak ve müşteriyi çekmektir.Ama sen böyle birşey yaparak anca markanı lekelersin ve tepki toplarsın.Şimdi otursun bir kere düşünsün bu reklamı yapanlar ve buna onay veren şirket yetkilileri,sizce FENERBAHÇE taraftarı bundan sonra yolda kalacağını bilse alpet'e girer mi?Yolda kalsa alpet'e mi girer?yoksa daha uzakta ki bir benzin istasyonuna yürüyüp oradan bidona benzini doldurup geri mi döner?Ben söyleyeyim;bu Fenerbahçe taraftarı hayatta alpet'e uğramaz bile bundan sonra.Daha güçlü rakiplerin olduğu bir pazarda böylesine önemli bir kesimi karşına almak ne kadar mantıklı?Bence alpet kendi kuyusunu kendisi kazmış yani,bir tarafa yaranacağım derken elinden de güçlü bir pazar payını kaçırmış.Ne diyelim kendi düşen ağlamaz.

Adil Işık'ta Beklenmeyen Gelişim


Adil Işık son zamanlarda markalaşmak adına kendini en çok geliştirmeyi başaran Türk mağazalarından biri. Zamanında vitrinlerinin önünden geçerken dönüp bakmaya bile yeltenmezken, şimdi her önünden geçişimizde başka bir mağaza sanıp dönüp adına bakar olduk…Hatta sık sık kendi çevrem dışındaki insanlarınlar bu konuyu konuşurken kulak misafiri oldum. Herkes Adil Işık’taki bu beklenmedik gelişimin nasıl bu denli bir başarıya dönüştüğünü merak ediyor. Aslına bakarsanız bunu anlamak o kadar da zor değil. Çünkü Adil Işık uzun zamandan beri tüm taktikleri bünyesinde denemekteydi. Markalaşmak istediği hedef kitlesinde alt yapı oluşturmak için uzun zamandır çalışıyordu. Ancak en başarılı hamlesi son sezonda hazırladığı koleksiyon oldu diyebiliriz. Öncelikle yanlış attığı adımları daha sonra da tarz anlayışlarını geliştirdi. Adil Işık ilk çıktığında çok iddaalı bir hareket yaparak tüm ürünlerine, dışarıdan görünür şekilde ADL yani marka kısaltmalarını işletmişti. Ama kimse daha yeni çıkmış bu markayı üzerlerinde böyle aleni şekilde taşımak istemedi. Sonunda da bu tutkusundan vazgeçmek zorunda kaldı. Sonra kendini şık ve sportif kadına da yöneltmek istedi. Ancak bu yeni tarz anlayışları öylesine kötüydü ki; şık eşofman diye parlak, caf caflı renklere sahip garip eşofman yığınları oluştu mağazalarda. Bundan da vazgeçmesi gerektiğini anlayan Adil Işık sonunda çalışan şık bayanlara hitap ederken, aldıkları kıyafetleri günlük yaşamlarında da kullanabilmelerini amaçladı. Daha önceleri çalışan kadın için üretilen kıyafetlerde başarılı olmasına rağmen çalışmayan bayanlara yönelik çok fazla kıyafet bulmak mümkün değildi. Aslına bakarsanız Adil Işık asıl hedef kitlesini (çalışan bayan) hiç değiştirmemiş olsa da içinde hala oturamamış parçalar vardı. Bunu da sürekli yeni tarzlara el atarak doldurmaya çalıştı. Örneğin; bu sezonda u boşluğu genç bayanlara da hitap ederek doldurmaya karar vermişler. Daha önce Adil Işıkta görmeye alışık olmadığımız teenage tarzı bir sürü t shirt ve kot bulmak bu yıl mümkün. Kısacası, Adil Işık markalaşmak adına deneme yanılma yöntemini kullansa da attığı bazı yerinde adımlar ve gelişmek için harcadığı çabayla insanların takdirini ve ilgisini toplamaya çoktan başladı. Bakalım bunu sürdürebilecek adımlar atmaya devam edebilecek mi? Göreceğiz…DIV>

23 Mayıs 2009 Cumartesi

Eurovision2009 Neler Getirdi!



Eurovision bu yıl bir başkaydı Türkiye’de. Hadise seçilmişti. Bu seçimden pek şikayetçi olan yoktu. Hatta gün geçtikçe beklentiler artıyordu. Büyük bir kesim birincilik bekliyordu. ‘Düm Tek Tek’ ilk seslendirdiğinde eleştiriler hep olumluydu. Daha önceki yarışmalarda tanınmayan imkanlar tanınıyordu Hadise’ye. Onun resimleriyle donatılmış, konfor bakımından kimsenin bir şey diyemiyeceği otobüs bile tahsis edilmişti ilk defa. Peki Hadise bunların hakkını verdi mi. Büyük oranda evet. Hayır diyenler para için konserden konsere koştuğunu sesini yorduğunu, giymiş olduğu kıyafetle ve dansla Türkiye’nin, Türk kültürünün hiç alakasını olmadığını(2. ve özellikle 1. olan alexander, fairytale ile ülkelerine özgü dans ve müziklerini yansıtmışlardı) savunuyorlardı. Kendi kültürünü, dansını yansıtmayan tek ülke olduğumuzu savunan bile vardı. Ayrıca Hadise’nin ‘ben ilk 5’i hedefledim ve 4. oldum içim rahat. 1.liği o kadar istemedim’ türünden açıklamaları olumsuz görüşleri destekler gibiydi sanki. Ama Hadise elinden geleni, hatta elinden gelenin daha fazlasını yapmaya çalıştı ve kötü sayılamayacak bir başarı elde etti.

Peki madalyonun diğer yüzü nasıldı..53 yıllık Eurovision şarkı yarışması sadece bir şarkı yarışması değil aynı zamanda katılımcılar için ciddi bir kaynak ve büyük bir tanıtım fırsatı idi. Sponsorların büyük bir pay sahibi olduğu bu organizasyonda Hadise ‘Düm Tek Tek’ ile 400 bin TL’lik sponsor geliri buldu. Sponsorluk yapan şirketlere önemli bir Pazar olanağı sağlayan Eurovision’a ülkelerin ayırdığı kaynaklarda da her geçen sene artış olmakta. Markalar bu sayede prestijlerini ve bilinilirliklerini artırıyor. Özellikle Eurovision’a ev sahipliği yapacak ülke kendisine önemli oranda ekonomik katkı sağlıyor. Bu yıl ekonomik krize rağmen 42 milyon dolar harcayan Rusya bunun karşılığını alsa da vatandaşları tarafından bu kadar fazla harcamadan dolayı olumsuz eleştirilere maruz kalıyor. Rusya bu yıl yapmış olduğu harcamayla adeta bir gövde gösterisinde bulunarak Eurovision tarihindeki en fazla harcamayı yapmış bulunuyor. 5 yıl önce Türkiye de 10 milyon dolarlık harcama yapmıştı İstanbul’da düzenlenen finaller için. Görüldüğü gibi şirketler reklamlarla, bu kadar da olmaz dedirtecek kadar girebilecekleri her alanda kendilerine yer etmeye çalışıyor.




2008-2009 UEFA Finali


Yıl 2009. Mayıs’ın 20’si. Yer İstanbul Fenerbahçe Şükrü Saraçoğlu Stadyumu. Bu sistemle en son düzenlenen Uefa kupası. Kupanın bir yanında BJK’yi ve GS’yi şampiyon yapan, ayrıca GS’ye Avrupa’da süper kupayı kazandıran ama iki takımda da tutunamayan ve FB’nin hoca adaylarından Mircea Lucescu’nun takımı Shakhtar Donetsk, diğer yanında finalin favorisi olarak gösterilen Milan’ı eleyen Werder Bremen. Fakat biri Almanya temsilcisi diğeri Ukrayna. Diyeceksiniz ki neden fakat? Diyeceğim ki..Çünküü, turizmcinin hayalleri suya düştü. Adamlar GS’nin olası finale çıkması durumunda her ne kadar Türkiye’yi coşturacak olsa da beklenen 40000 taraftarın ve 80-100 milyon doların uçacağını düşünüyorlardı. Ama şimdi çok mu farklı oldu? Hayır..turizmcilerin korktuğu başına geldi ve bekledikleri olası bir İngiliz-İtalyan finalinin yerine Ukrayna-Almanya finali geldi. İngiliz-İtalyan finalini bekliyorlardı çünkü bu ülkelerin hem eskilere dayanan bir turizm geleneği vardı hem de milli gelirleri çok yüksek olduğu için çok fazla harcama potansiyelleri vardı. Fakat krizden etkilenen ve İstanbul’a gelip İstanbul’da para harcayacak kadar zengin bir taraftar kitlesine sahip olmayan Ukrayna temsilcisi ve bu kadar olmasa da buna benzeyen Almanya temsilcisi çıktı Kadıköy’deki finale. Yani turizmci otellerin tamamen dolacağını, turistlerin burada konaklamadan öte yiyip içip, hatıralık eşya alacaklarını düşünürken, ne oteller yarıyı geçti, ne birçok taraftar konaklamak için geldi(çoğu günübirlik) ne de durum böyle olunca beklenilen gelir elde edildi. Neticede FB’nin UEFA finalini Kadıköy’e aldırması her ne kadar Türkiye için iyi olsa da beklentilerin çok çok altındaki turizm geliri, turizmcileri bozguna uğrattı. Biz bu duruma iyinin kötüsü diyelim. Ne yapalım beklenilen takımlar finale çıkamadı, beklenilen gelir elde edilemedi ama Türkiye önemli bir organizasyona ev sahipliği yaptı. Bu arada finali, temel felsefesi en baştan bir takım oluşturarak kurduğu takımı başarılara ulaştırmak olan Lucascu’nun takımı Shakhtar Donetsk kazandı. Burada da Lucescu etkenini görüyoruz ki Lucescu gittiği her takımı başarıya ulaştırmasıyla tanınıyor artık ve birçok ünlü kulübün transfer listesinde.

Finallerin Türkiye’de oynanmasında rol oynayan ve organizasyonda yer alan herkese teşekkürler..



2010 Avrupa Kültür Başkenti: İstanbul

Yüzyıllarca Osmanlı’ya, Bizans’a başkentlik yapan, hakkında onlarca şiir, şarkı, roman yazılan, Bizanslıların Konstantinopolis, Osmanlı’nın İstambol, İtalyanların Kospoli, diğer milletlerin farklı şekillerde adlandırdığı şehir İstanbul. Kimine göre yaşanmaz sadece gezilir, kimine göre vazgeçilmez, bırakılıp gidilemez bir şehir. Ama herkesçe bilinen birçok milleti içinde barındırmış, her ilçesi ayrı bir şehir ayrı bir dünya olan, tarihle dolu bir kültür şehri.

İstanbul 2010 Girişim Grubu'nun Ekim 2005'te İstanbul’un 2010 adaylığı ile ilgili olarak hazırlayıp, 14 Mart 2006'da Brüksel'de sunduğu başvuru kabul edilmiş ve İstanbul 2010 Avrupa kültür başkenti olmuştu. 2006’da başlayan bir süreç ve hazırlanan birçok proje. İletişim, organizasyon, eğitim, tasarım gibi birçok alanda yeni iş sahaları açılacak. Avrupayla ekonomik ilişkilerin gelişmesini sağlayacak. Türkiye’yi İstanbul vasıtasıyla dünyaya tanıtmak için önemli bir fırsat. Bu sayede Türkiye’yi tanıtarak dünyada daha çekici olarak düşünülmesini sağlamak için bir fırsat. Turist sayısı bu sayede hatırı sayılır bir miktarda artacak ve Türkiye’nin mali açıdan kazanımı da azımsanamayacak kadar çok olacak gibi görünüyor. Ayrıca özel sektörle yapılacak çalışmalar da her alanda ekonomide fırsatlar oluşturacağının habercisi. Özel sektördeki şirketlerin ortaya koyacakları yaratıcı projelerle bu fırsattan yararlanabilmelerine olanak sağlayan bir fırsat. Şu an yürütülen birçok projeyle 2010’u en iyi şekilde değerlendirmeye çalışan birçok çalışan. Bakalım 2010’un sonunda bu fırsatı en iyi şekilde değerlendirip gerek ekonomik, gerek kültürel, gerekse siyasi açıdan istediklerimizi elde edebilecek miyiz? Hep birlikte bekleyip göreceğiz...

Promosyon Deyince Akla Gelen Süpermarket: Tesco Kipa

Türkiye’deki hızlı tüketim pazarındaki tüketiciye baktığımızda Kipa’nın ziyaretçilerini elinde tutmada oldukça başarılı olduğunu ve aynı zamanda diğer marketlere oranla daha sadık müşterilere sahip olduğunu görüyoruz. Kipa’nın devamlı müşterilere sahip olmasındaki etkenlerin başında uygulamakta olduğu promosyonları söyleyebiliriz. Alışveriş yaparken gözümüze çarpan lider ‘markalarda en ucuz fiyat’ etiketleri, sürekli değişen ama hiç bitmeyen promosyon etiketli ürünler ve 1 TL günleri bunlardan bazıları. Her süpermarkette her bütçeye hitap eden ürünler bulunmasına karşın Kipa yapmış olduğu promosyonlarla gelir bakımından daha çok orta ve alt seviyedeki vatandaşa yönelmeye çalışıyor. Bunu yapmış olduğu promosyonlarla açıkça ortaya koyuyor.


Alışveriş yapan müşterilerin kasadan çıktıklarında ellerindeki fişlere baktığımızda promosyonlu ürünlerin önemli bir yer kapladığını görebiliriz. Mesela genellikle Pınar meyve suyu alan bir kişi Dimes, Cappy ya da Tamek’teki promosyonu gördüğünde Pınar’dan vazgeçip diğer markalara yönelebiliyor. Kipa’dan alışveriş yapanlar 1 TL günlerine denk geldilerse hesabı ödedikten sonra fişlerine baktıklarında 1 TL’lik ürünler dikkatlerini hemen çekecektir. Mesela arkadaşlarımla yaptığımız alışveriş sonunda hepimizde 1 TL’lik ürünlerin bir hayli fazla olması bir yandan ucuz fiyata epey abur cubur almamızı sağlarken bir yandan da diğer müşteriler gibi hesapta olmayan şeylerin alınmasını ve belki de farkında olmadan fazla para harcamamıza neden olabiliyor. Fakat Kipa’nın girişinde 1 TL’lik ürünlerin çevresinde gördüğümüz insan kalabalığı ve onların hızla tükettiği ürünleri bir yandan yenileriyle takviye eden Kipa çalışanları müşterilerin ve Kipa’nın bu fısattan memnun olduğunu gösteriyor.


Balçova’da aralarında fazla mesafe olamayan Kipa ve Migros’a baktığımızda Kipa’nın daha fazla tercih edildiğini görebiliyoruz. Bunun en azından biz öğrenciler için böyle olduğunu düşünebiliriz ki bu da Kipa’nın daha hesaplı olarak düşünüldüğünü gösteren başka bir misaldir. Belki de promosyonlar sayesinde Kipa’yı tercih eden öğrenciler gelecekte de bu alışkanlıktan dolayı her zaman Kipa’yı tercih edeceklerdir.



Reklamda Yeni Bir Mecra

Son zamanların en çok izlenen, şu an olmasa da ilk zamanlarda izlenme rekorları kılan, bilgiye ihtiyaç duyulmadan para kazandırabilen, show tv’nin en çok izlenen programlarından ‘var mısın yok musun’ yarışması çehresini giderek değiştirmekte. Başlarda, bugüne oranla daha sade denilebilecek bir program olan Acun Ilıcalı’nın sunduğu ve yine kendisinin yayınlanmasını istediği yarışma programı şimdi ise gerek reyting için gerekse programı kullanarak daha fazla para kazanmak için mümkün olduğunca çok faaliyete yer vermeye çalışıyor. İlk zamanlarda sadece görme vb. bedensel engelli kişiler, lösemili çocuklar ve bunlarla ilgili yardım kuruluşları, dernek ve vakıflarla sosyal mesajlar vermeye çalışan programa şimdi ise çeşitli reklamlar, ünlü yerli ve yabancı konuklar hakim olmuş durumda.


Programda gördüğüm ilk reklam bir dondurma reklamıydı. Galiba pandanın reklamını yapıyorlardı. Ben kutudan kaç para çıkacak diye beklerken bir anda stüdyodaki herkesin elinde bir dondurma. Ben neler oluyor derken bir anlık şaşkınlıktan sonra Acun Ilıcalı’nın pandayla ilgili söylediği birkaç söz artık yeni bir reklam fırsatını sunuyordu iş dünyasına. İlk gördüğümde garibime gitse de bu reklamın programlar arasında arka arkaya verilen reklamlardan daha etkili olduğu görülen bir gerçek. Bu sayede hem yapımcılar ya da bu işin lokomotifi Acun Ilıcalı hatırı sayılır miktarda para kazanıyor hem de reklam veren firmalar istedikleri şekilde seyircileri etkileme fırsatı yakalıyorlardı.


Programa getirilen yerli ve yabancı ünlüler ise ( Cem Yılmaz, Adriana Lima, Roberto Carlos vb.) programın reytinginin düşmemesi için etkili bir yöntem olarak görülüyor. Fakat bir yandan bu ünlüler sayesinde izleyenlerin sayısı artsa da bir yandan da özellikle son zamanlarda aşırıya kaçan reklamların seyircileri sıktığını ve izleyen sayısını olumsuz yönde etkilediğini söyleyebiliriz.



Yalan Haberde Son Nokta








Ülkemizde en çok rağbet gören ve en çok ilgi çeken spor dalı hiç kuşku yok ki futbol.Bu sektörün inanılmaz bir büyüklüğü var ve her alanda herkese geniş bir pazar imkanı sunuyor.


Kulüplerin sattığı ürünlerin oluşturduğu pazar payının yanı sıra korsan ürün üretip satanların pazar payı da bulunmakta.Öte yandan maç biletlerini karaborsada normal fiyatın 2-3katına satıp kendilerine gelir sağlayanlar da var.Bu saydıklarım direkt olarak kulüplerle ilgili olan kısımları.Birde bu sektörü kendi ürünlerini pazarlamak için kullanan kurumlar var ki;bunlardan bazılarının bu uğurda yaptıkları akıl almaz derecelere ulaşmakta.Biraz düşününce bu sektörü bulmak zor olmaz aslında:evet,medya sektörü.Bakıyoruz,gazeteler satış rakamlarını arttırabilmek için hergün ülkemizin önde gelen kulüplerine 5er 10ar tane transfer yapıyorlar.Biliyorlarki Türk insanı meraklı ve böyle sansasyonel haberleri okumaktan çok memnun oluyorlar.Aslında yaptıkları işi incelediğimizde çok iyi bir müşteri analizi yaptıkları ve buna göre bir haber stratejisi belirlediklerini söylemeliyiz.Ürünlerini pazarlamak için yalan yada doğru olan haberleri yapmaktan çekinmiyorlar,çünkü biliyorlarki bizim meraklı Türk insanı da bunlara inanıp bu gazeteleri alacak.Geçen yıl FENERBAHÇE için yapılan haberlere bakıldığında 72tane oyuncunun adı geçiyor.Halbuki FB'nin yapabilecek olduğu transfer sayısı 2 idi=)İşte böyle bir ortamda gazeteler için "yuuhh " demekten başka birşey gelmiyor.Ama öyle bir olay var ki cidden "YUHHH" dememiz gerekir hep birlikte.Bir gazete satış yapabilmek için anca böyle bir haber yapabilirdi.Fotospor dünya kupası sırasında yaptığı röportajı yayınlıyor.İlk sayfada manşet 3 yıldız oyuncu;Hernan Crespo,Roberto Carlos ve Sol Campbell ile kendi muhabirlerinin fotoğrafları var.3'ününde gazetede röportajları var ve 3'üde Fb ile anlaştıklarını anlatıyor.Helal olsun büyük bir gazetecilik başarısı diye alkışlıyoruz ve satış rakamlarını o gün maksimum düzeye çektikleri kesin,adamlar işini biliyor.Satabilmek için gerekli olan ürünü bulmuşlar.Fakat haberin üstünden 1hafta geçince başka internet sitesinde bir haber okudum ve cidden ağzım açık kaldı.O manşetteki 3fotoğrafta fotomontaj ve ve röportajların hepside kendi hayal ürünleri=)Gerçek fotoğrafları bulup yayınlamış o site=)hadi röportaj yapıp içine kendin eklersin birşeyler ama yani daha önce bir örneği yoktur heralde böyle bir fotomontaj örneğinin=)Ne diyelim Türk insanı yani,ürününü pazarlayabilmek için her yola başvuruyormuş demekki.Takdir sizin;ister "YUUHHH!" dersiniz,isterseniz "HELAL OLSUN!"

22 Mayıs 2009 Cuma

Çiğne TÜRKİYEM Çiğne

Geçen hafta içinde okulda kantinde otururken,sınıfın önünde bir stand gördüm."GO MOLA" adı altında bir gösteri varmış onun tanıtımını yapıyorlarmış.Yaklaşık 45dk.lık dünyanın ünlü komedi filmlerinden kesitlerle ve stand-up gösterilerinden alıntılarla hazırlanmış bir komedi gösterisi.Baktık ki seansa 15dk. var,girip gülelim bari biraz dedik.Daha sonra girdik sınıfa 15-20 kişi falan var içeride.Gösteriye başlamadan önce görevlilerden biri en önce kimin geldiğini sordu ve önümüzdeki gruptan herkes "ben,ben,..."diye atladı neyse sonrada görevli dışarıdan büyük bir kutu getirdi ve kıza verdi.Herkes ne hediye kazandığı merakıyla heyecanlandı ve kutu açıldı,süprizzzz!!içinden 1oolerce "NO ŞUGA" markalı sakız çıktı=)Ee biraz şaşkınlık biraz hayal kırıklığı ama heyecanlı oldu.Herkese dağıttılar sakızlardan.Daha önce tv'de reklamlarda gördüm ama hiç izlemedim yani,sadece bir sakız markası olduğunu biliyordum.Sakızı elime alınca dikkatimi ilk çeken sloganları oldu:"Çiğne TÜRKİYEM Çiğne" =).Benim çok hoşuma gitti bu slogan.Aslında öle çok yaratıcı birşey değil ama güzel geldi bana ve o ana kadar nötr olan fikrim pozitif yönde gelişti markaya karşı.Arkasından da gösterim başlamadan sponsorların reklamları geçerken No Şuga'nın reklamı çıktı ve dikkatle izledim ilk defa.Reklam çok eğlenceli geldi,insanlar sürekli sakızını şişirip patlatıyolar değişik şekillerde,arada geçen sözlerde renk katıyor reklama "Çiğne babam çiğne"gibi=).O reklam filmini izlerken herkes eğlendi,reklamın sonunda ise bir espri yapılıyor "no şuga şekersiz çünkü Şeker Sizsiniz"=) Bu espriyi yapınca herkesin hoşuna gitti ve herkes güldü.Benimde çok hoşuma gitti,bende güldüm tabi ama ben dışarıda bu tip esprileri yapınca arkadaşlarım bana "ıııyyy" yapma bunu yaa diyorlar,yani iğrenç espri sınıfına sokuyorlar.Orada herkesin güldüğünü görünce insanların reklamdan etkilendiğini farkettim.Bence güzel bir reklam filmi olmuş ve insanları no şuga almaya teşvik eden iyi bir reklam filmi.Neyse,herkes gibi benimde kafamda yer etti no şuga.Ertesi gün ise markete girdim sakız alacağım,no şuga aradım alayım diye ama yok,başka bir sakız alıp çıktım.Meraktan daha sonra bir markete daha girdim ,baktım ki orada da no şuga yok.Son bir şans daha diyerek aynı gün içinde farklı bir yerde bir markete daha girdim ama orada da no şuga yok.Yani yaptıkları reklam filmi beni etkiledi ve No Şuga almaya gittim,hele ki sakız gibi bir çok çeşidin ve yıllardır bilinen markalar olmasına rağmen no şuga'yı tercih edecektim ama bulamadım.Yani yapılan o güzel reklama yatırıma yazık olmuş biraz diye düşündüm.Ayrıca sloganlarınada ihanet ediyorlar; "Çiğne TÜRKİYEM Çiğne" diyorlar ama bulamazsak nasıl çiğneyelim ki?çelişki burada.İnşallah bu sorunu aşarlar ve benim gibi reklamlarından etkilenen insanlar kolayca bulabilirler no şuga'yı.

21 Mayıs 2009 Perşembe

İSTER BEĞEN İSTER BEĞENME AMA ÖZEN


Televizyon programlarının ülkemiz insanları üzerinde ne kadar etkili olduğu ortada. Zaten hangi program tuttuysa o programın oyuncularının reklamlarda fink atması weya direk dizi içinde bir sürü reklam yapması bunu açıkça gösteriyor. İşe yarıyor mu? Tabi ki yarıyor. Çünkü insanlarımız o ünlü gibi giyinince, onun kullandığı bir ürünü kullanınca kendini onun yerine koyabilme yeteneğine sahip. Elbette sadece beğendiği için alanlardan bahsetmiyorum. normalde almayacağı bir ürünü sırf bu sebepten alanlara lafım. Son zamanların buna en çok uyan örneği hiç tartışmasız Aşk-ı Memnu. Oyuncularn bazen bir reklamda oynayıp, yüzlerini eskitmelerine gerek bile kalmıyor. Reklam ayaklarına (boyunlarına:)) geliyor. Bunu en son Jival'in yaptığını gördüm. Bihter'in boynuna bir anda bir kolye takılıyor,tabi o anda Jival'in logosu da aşağıda yayınlanıyor. Kolye Bihter'in boynuna bir takılıyor, bir çıkarılıyor. Amaç ne artık bilemiyorum. Bakın fark etmediyseniz görün biz herkesten farklı bir şey yapıyoruz imajı çizmek sanırım. Ama en büyük bomba yani beni en şaşırtanı İzmir'deki tüm parfümerilerde Absolutely İrresistible Givenchy marka parfümün tükenmiş olmasıydı. Nedeniyse aynı parfümü sadece ve sadece Behlül'ün Bihter'e hediye edişi. Zaten Tekin Acar'a gelenler parfümün adını (ve büyük olasılıkla da kokusunu) bile bilmeden Bihter parfümü diyerek istiyorlar. Ama stoklar tükenmiş durumda. Bu Givenchy için inanılmaz bir fırsat. Çünkü hiçbir emek ve para harcamadan çok iyi bir reklam yaptı. Hem de büyük paralar harcayarak elde edebileceği cinsten. Dizi yapımcıları her ne kadar markayı göstermeseler de halkımız çok hırslıdır!! (önemsiz konularda) bilirsiniz ki, ismini bulamadığı takdirde, kendi adını kendi koyup (Bihter'in parfümü) ne yapıp edip ulaşırlar. Sadece kırmızı bir şişe nelere kadir işte. Hep bayanlarımızla uğraşmak olmaz tabi. Erkeklerin de çok bir farkı var denemez. Behlül'ün giydiği tişaörtler kapış kapış gidiyor. Hatta ve hatta Behlül'ün zil sesi artık bol bol kulaklarımızda. E ne de olsa Behlül'le yarışmak zor ve bu en makul yolu.

Migros ve Garanti'den Money Card


Türk ekonomisinin iki lider kuruluşu Migros ve Garanti Bankası, Türkiye’de bir ilke imza atarak, güçbirliğine gitti. Migros Club, Bonus ve ilave fırsatları kendinde toplayan, tüm dünyada geçerli, Visa logolu kredi kartı Money Card’ı hayata geçirdi.

Money Card, marketlerde diğer kredi kartlarına göre 4 farklı kazanç sağlayan yeni bir kart programını başlatıyor. Türkiye’de ilk kez hem çok markalı hem de markaya özel sadakat kartı uygulaması olan Money Card, Bonus Card altyapısıyla Migros Club Kart altyapısını birleştiriyor ve ayrıcalıklı fırsatlarla geliştiriyor. Money Card, Türkiye’de 65 ile yayılan tüm Migros, Tansaş, Şok, 5M ve Macrocenter mağazaları ile Sanal Marketlerde kullanılabiliyor.

Visa logosu taşıyan ve pay wave ile temassız ödeme özelliğine sahip olan Money Card, aynı zamanda 300 bin Bonus Program Ortağı’nda ve yurtdışında yapılacak tüm harcamalar üzerinden bonus kazandıracak ve istenildiği noktada harcanabilecek.

Money Card tüketicilere, money puan ve bonus puan gibi çift kazanç sağlarken, üçüncü fırsat olarak ‘anında kasada ürüne özel indirim’ yapıyor. Migros, Tansaş, Şok, 5M, Macrocenter ve Sanal Marketten yapılan alışverişlerde bir ilk olarak, ‘anında kasada ürüne özel indirim’ sağlayan tek kredi kartı oluyor. Money Card‘ın dördüncü sürprizi ise her gün birçok şanslı Money Card sahibine, kasada ödemesini yaparken ‘sürpriz bedava alışveriş fırsatı’ sunması.

Money Card ile Migros, Tansaş, Şok, 5M, Macrocenter ve Sanal Market’ten alışveriş yapılarak kazanılan her money puan 1 TL değerinde. Böylece hem money hem de bonus puan kazanabilecek tüketiciler, daha da çok bedava alışveriş yapabilecekler.

Son olarak Money Card 15 Haziran’a kadar kart başvurusu yapanlara kasada anında yüzde 25 indirim sağlıyor.

FERRARI&F1


1950'den beri düzenlenen Formula 1 yarışlarına ilk yarıştan itibaren katılan Ferrari,F1'in patronu Bernie Ecclostone ile karşı karşıya gelmiş durumda.2000li yılların başlamasıyla birlikte müthiş bir atağa kalkan Ferrari ve F1'in efsane pilotlarından Michael Schumacher ile birlikte birlikte büyük başarılara imza attı.Üst üste 7sene takımlar klasmanında şampiyonluk yaşarken,Michael Schumacher ile de üst üste 5sene de sürücüler klasmanında şampiyonluğa ulaştılar.Bu süreç içindeki gelişimleri bu başarılarının gelmesinin en büyük nedeniydi.Ferrari'nin bütük bir hayran kitlesinin olması en popülar motor sporu olan F1'in popülaritesinin artmasında ve dünyaya pazarlanmasında da önemli bir rol oynamaktaydı.Fakat,Ferrari'nin oluşturmaya başladığı bu hegamonyadan rahatsız olan ve Ferrari'nin rakipsiz kalmasının F1'in pazar payını düşüreceğini düşünen Bernie Ecclostone,2004 yılından itibaren yapmaya başladığı değişiklerle Ferrari'nin önünü kesmeyi amaçladı.Bu yaptığı kısıtlamalar Ferrari'nin yaptığı r&d çalışmalarını tam olarak kullanmasını engelledi.Ve bunun sonucundada Ferrari son 2yılda eski görüntüsünden uzak kaldı.Ferrari'nin bu düşüşü taraftarlarının da yarışlara olan ilgisini azalttı ve sonuç olarak F1'in poülaritesi azaldı.
F1'in pazar payının düşmesi ve bazı sponsorların ekonomik krizide göz önüne alıp çekilmelerine yol açtı.Bernie Ecclostone,Ferrari'nin önünü kesip yarışlara heyecan getirmeyi amaçlarken F1'i pazarlamadaki en büyük yardımcısı olduğunu unuttu.Geçen hafta ise F1 yönetimi gelecek sene için bütçelere kısıtlama getirecek bir düzenleme yapacaklarını açıkladı ve bunun ardından da Ferrari cephesinden eğer böle bir durum olursa F1'den çekileceklerini açıkladılar ve bir nevi F1 yönetimini tehdit ettiler.Ferrari'nin olmadığı bir F1 düşünülemez.Bunu rakip takımların pilotları bile söylerken bakalım F1 yönetimi ve Bernie Ecclostone'un cevabı ne olacak?Ferrari'nin F1'den çekilmesi demek F1'in en önemli pazarlama aracını yani can damarının kesilmesi demek.F1 yöentiminin bunu göze alabileceğini sanmıyorum...

20 Mayıs 2009 Çarşamba

Değişim Rüzgarları

Pazarlamada yeni trend, değişim…Obama’nın “we can change” sloganıyla herkesi hayrete düşüren bir başları yakalamasıyla birlikte neredeyse bir salgına dönüşen değişim sloganları, her sektöre ve küçükten büyüğe tüm firmalara sıçramış durumda. Her gün yeni bir değişim sloganı keşfetmek mümkün. Sokaktaki mağazadan, sosyal güvenlik kurumuna hatta İstanbul Şehir Tiyatrolarına kadar herkes bir değişimin peşinde. Peki ama değişen gerçekten düşünceler ve amaçlar mı yoksa sadece göz boyamanın yeni yolları mı bunlar… Bu sorunun cevabını Obama başkan seçildikten sonra herkes nasıl kendine sorduysa, her değişim sloganı gördüğümde de bunu düşünmeden edemiyorum. Değişen insan ve globalleşen dünya, alış veriş alışkanlıklarını ve tüketici davranışlarını değiştirdiği gibi, bunlara doğrudan bağlı olan ürün stratejilerini de değiştiriyor ama önemli olan bu değişim gerçekten gerektiği için mi yoksa trende ayak uydurmak için mi yapılıyor. Örneğin; İzmirdeki SGK binası kaç gündür hummalı bir çalışma içerisinde tadilattaydı ve geçtiğimiz günlerde çalışma bitti. Aslına bakarsanız gerçekten yıkık dökük görünen bina, aynalı camları ve numaralı gişeleriyle pekte güzel olmuş. Ancak içerideki sistem değişmediği sürece yeni oturma gruplarının SGK de neyi değiştirdiğini çok merak ediyorum doğrusu. Daha rahat koltuklarda oturup 1 saat sıra beklemekle, daha rahatsız koltuklarda oturup 1 saat beklemek arasında ne gibi fark olabilir acaba? Belki bir nebze müşteri memnuniyeti sağlarız diye mi düşündüler? Kim bilir??? Bir de SGK’de değişimin başladığını müjdeleyen pankartlar asılmış dört bir yana. Okuduğum birkaç habere göre gerçekten köklü değişimler yapılması hedefleniyormuş ama yapılır mı yapılmaz mı ona bizim ülkemizde kimsenin garanti vermesi mümkün değil sanırım. Bana kalırsa böyle değişimle ilgili büyük laflar etmeden önce oturup bir düşünülmeli, firma ya da kurum olarak bu değişime ne kadar hazır olunduğu tartışılmalı.Ve değişimi gerçekleştikten sonra müşteriye empoze etmeli. Çünkü sonra sonuç; sloganları kendilerine bir beden büyük gelen, değişmeyi bırak, bir arpa boyu kadar yol bile alamamış firmalar oluyor. Bu koşullarda yaptıklarının müşteri beklentisini yükseltip sonra da onları daha çok mutsuz etmek olduğunu düşünüyorum…Büyük kurum ve firmalar bunları bilmeli ve bir adım atmadan önce, hele de değişiyoruz demeden önce 2 kere düşünmeli. Yoksa 1 sokak ötedeki camlarına “Değişiyoruz bu yaz boya+kesim 40 TL” yazan kuaförlerden ne farkları kalıyor ki…

18 Mayıs 2009 Pazartesi

Bu Ne Perhiz, Bu Ne Lahana Turşusu


Pazarlamayı yeni yeni öğrenen bir ülke olarak kendimizi vargücümüzle geliştirmeye çalışıyoruz. Aslında kayda değer işler yapmayı başardığımız da oluyor. Ancak pazarlama düşüncesini içine iyice sindirememiş olanlarımız; iyi bir logo tasarlasam ee bir de şöyle afili bir slogan bulsam tamamdır gözüyle bakıyor markalarına. Bunun en güzel örneklerini her gün geçtiğimiz sokaklarda, web sayfalarında ve dergi kapaklarında görmek mümkün. Ama son zamanlarda duyduğum en kötü sloganı Eurovision yarışması sırasında TRT reklamlarında duydum. Aslında önce duydum fakat kulaklarıma inanamadım. Ne yazık ki 2. duyuşum çok uzun sürmedi. Çünkü sağolsunlar çok güzel bir reklam yapmışçasına bir reklam arasına 2şer tane reklam vermişler. “Delta el zımbaları. Çaktı mı tam çakar, çaktı mı bırakmaz.” Kendi ürünlerinin en sağlam olduğunu üstüne basa basa anlatmak için bu sloganı buldukları besbelli. Bütün reklam boyunca da “Ne yapıştırmak ne dikmek, artık delta el zımbalarının zamanı” diyerek bize slogan için altyapı da hazırlıyorlar reklamda. Fakat merak ettiğim bir şey var; hiç kimse mi bunun ne kadar kötü, hatta bir de edebsizce algılanma ihtimalinin bu kadar yüksek olduğunu düşünemedi. Hele birde bunu reklamlaştırıp dev harflerle seyircilerinin gözüne sokmaya nasıl cesaret edildi. Türklerde deli cesareti var derler ya büyüklerimiz. Ben buna bazen inanmadan edemiyorum. Çünkü böyle bir şeyi değil marka sloganları olarak kullanıp 80 milyona göstermeyi, şirkete böyle bir slogan nasıl olur diye sormaya kim cesaret etmiş merak ediyorum. Üstüne bir de yelkenli logo tasarımları insana "Ne alaka şimdi" dedirten cinsten. O da büyük ihtimal ile bize bir şeyler bulsana ama şöyle kıyak bir logo olsun denilen bir tasarımcının ya da hiçbir şey bulamayan sevgili marka sahiplerinin internette yaptığı bir sörf sonucu ortaya çıkan bir fikir olsa gerek. Birbiriyle uzaktan yakından alakası olmayan logoları, sloganları ve reklamları öğrendiğimiz tüm pazarlama kuramlarına adeta meydan okuyor. Bunları gördükçe ülkece gidecek çok yolumuzun, öğrenmemiz gereken çok şeyimizin olduğunu anlıyoruz… Umarım artık babamın kurduğu şirkete bir logo tasarlatıyım, bir de slogan buldurtayım, sonra da ülkeye açılayım mantığını aşıp; bu işi bilenlere, profesyonellere bırakmayı öğreniriz…

SICAK SICAK RENAULT'LAR

Renault düne kadar bir arabadan fazlası değildi. Zaten ondan beklenen de "ayakları yerden kesmesi, cebi fazla yakmaması" idi. Taa ki Renault karşımıza bambaşka haliyle çıkana kadar. Yeni modelleri bildiğimizin çok dışında (kendini fazlasıyla aşmış) ve artık göze de hitap ediyor. Dışta estetiğe, içte modernliğe, konfora ve güvenliğe yer vermiş. Tabi bu fiyatlara da yansımış ama zaten amacının tüketici grubunu bir çıta yükseltmek olduğu çok belli. Bu çıtadan kasıt sadece gelir düzeyi değil elbet, eğitim seviyesi, belli bir gruba dahil insanlar. Bunu reklamlarıyla ve sloganlarıyla açıkça gösteriyor. Müşteriyi "değişimin parçası ol" diyerek çağıran Renault yine de ait olmaya çalıştığı gruba göre oldukça uygun fiyatlı. Her ne kadar sitelerindeki yazıda her şey değişiyor, ne yapalım biz de değişmek zorunda kaldık, ee bu durumda hadi bakalım siz de değişin ve bize katılın tarzı bir yazı olsa da değişmeye hazır oldukları ve bu değişim için harcanan emek ve para ortada. O her reklam arasında birer reklam arayla farklı modellerin girdiği reklamlar, internet sitelerindekislogan ve yazılar... dün duyduğumuz Clio'nun dizeli yakmıyor, kokluyor sözünün eskide kaldığını gösteriyor. Ama asıl sorun şu ki:şu an Renault kullanan birinin yeni bir Renault ile yoluna devam etmesi bence en fazla %10'luk bir kesimi kapsayacakken, asıl satış için hedeflenen ve şu an altında Opel, Honda, Toyota vb. arabalar olan kişiler yeni Renault'ları sindirip alacaklar mı? Cebimde 5-10.000 liram fazladan kalır mı diyecekler yoksa yok Renault Renaul'dur ben bildiğimden şaşmam o güvenli değildir almam mı? Siz ne dersiniz? Seyirci koltuğunda oturmanın imkansız olduğu bu zamanda yalnızca açık görüşlü ve yenilikçi olduğunuzu göstermek için değil, değişimin gücünü her hücrenizde, tek tek hissetmek için :)) ööönce seyirci koltuğundan kalkıp sooonra da sürücü koltuğuna ama tabi bu kadar laftan sonra Renault marka bir arabanın koltuğuna oturup DEĞİŞİMİN BİR PARÇASI OLabilecek misiniz?

16 Mayıs 2009 Cumartesi

Turkcell müşterilerini kaybediyor

Turkcell, 2009 birinci çeyrek finansal ve operasyonel sonuçlarını açıkladı. Türkiye’de numara taşımaya imkan verilmesinden sonraki dönemi ifade ettiği için merakla beklenen sonuçlardaki bazı ayrıntılar, rekabetin Turkcell’in kârlılığına önemli ölçüde etki ettiğini ortaya koydu. Turkcell’in net kârı yüzde 3.5 düşüşle 562.6 milyon lirada kaldı. 3G lisans bedeli ödemesi yapıldığından dolayı Turkcell’in ikinci çeyrek mali sonuçlarının biraz daha olumsuzlaşması bekleniyor.
Turkcell’in ilk çeyrek performansı incelendiğinde abone sayısının 2008 ilk çeyreğine göre 2009 ilk çeyreğinde arttığı ancak 2008 son çeyreğine göre ise gerilediği görülüyor. Numara taşıma uygulaması 2008 yılının Kasım ayında yani son çeyrekte başlamıştı. 2008 son çeyreğe göre abone sayısındaki kayıp yüzde 1.6 oldu ve abone sayısı 36.4 milyona geriledi. Turkcell 2008 yılı sonuçlarını açıkladığı toplantıda abone sayısını 37 milyon olarak vermişti, yani abone sayısında 582 bin azalma oldu.

Turkcell’in abone başına aylık ortalama geliri ise bileşik bazda geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 8.9 artarak 17.1 lira oldu. Buna karşılık Turkcell’li aboneler kişi başına yüzde 46’lık artışla 107.1 dakika konuştular. Yani Turkcell’de konuşma süreleri artarken, abone başına gelir aynı oranda artmadı. Turkcell numara taşımadan sonra daha az ücretle, daha çok konuşturmak zorunda kaldı.

Turkcell’de en olumlu gelişme ise faturalı abone sayısındaki artış oldu. Daha önce Turkcell’in toplam aboneleri içinde faturalı abonelerin oranı yüzde 18.8 iken, son açıklanan sonuçlara göre ise yüzde 21.4’e çıktı.

Numara taşıma döneminin başlamasından bu yana net abone kazanımında Avea’nın önde olduğu görülüyor. Şu ana kadar 1.2 milyona yakın abone diğer operatörlerden Avea’ya geçiş yaptı. Avea’dan başka operatörlere gidenler düşüldükten sonra ise Avea nette 600 binin üzerinde abone kazanmış görünüyor. Vodafone da Turkcell gibi numara taşıma uygulaması ile nette abone kaybeden operatör oldu.

ABD'li Best Buy Türkiye'ye geliyor


Tüketici elektroniği perakende sektöründe dünyanın önde gelen firmalarından ABD merkezli Best Buy, ‘1 numara’ olma iddiasıyla Türk pazarına giriyor. 45 milyar dolar cirosu, 13 ülkede 4 binin üzerinde mağazası olan Best Buy, Türkiye’deki ilk mağazasını Ekim ayında İzmir’de açacak. Yapımı süren 76 alışveriş merkeziyle görüşen şirket, İzmir’in ardından Ankara ve Bursa’da mağaza açacak.

Best Buy International CEO’su Robert Willett, ”Avrupa’nın Çin’i“ olarak nitelendirdiği Türkiye’de çok hızlı büyüyen bir pazar bulunduğunu belirterek, ”Türkiye’ye 1 değil, 1.000 yıllığına geliyoruz. Pazara 2 değil 1 numara olmak için giriyoruz. Ve bu hedefe ulaşacağız. Türkiye, genç nüfusu ve gelişen ekonomisi ile Best Buy için en önemli ülkelerin başında geliyor. Kısa vadeli düşünmüyoruz. Türk toplumuna adapte olmak istiyoruz. Çalışmak için can atılacak bir yer olmak istiyoruz. Türkiye’de lokal bazı markaları alıp, dünyaya taşımak istiyoruz“ diye konuştu.
Kriz ortamında Türkiye’ye gelmelerini değerlendiren Willet, Türkiye’nin Avrupa’ya ’harika’ bir giriş kapısı olduğunu anlattı ve sözlerini şöyle sürdürdü:
”Türk pazarındaki rakiplerimiz ve ne yaptıkları bizi ilgilendirmiyor. Buraya iyi bir ortak arayalım diye gelmedik. Şu aşamada bir ortaklık planımız yok. Tamam bir kriz var ama her kriz kendi fırsatlarını yanında getirir. Nitekim mağaza kiraları, maliyetler düşüyor. Piyasalarda türbülans var, işler hâlâ zor ama yeni fırsatlar da doğuyor. Şu anda çalışan insanların elinde daha çok para var. Şimdi uluslararası pazara yayılmak için en iyi zaman. Türkiye de dünyanın en iyi büyüme coğrafyalarından biri. Sektör daha embriyo döneminde. Böyle bir piyasaya girmek için yanlış bir zaman değil.”

45 milyar dolar cirosu, 9 markası ve 155 bin çalışanı olan Best Buy ilk mağazasını Ekim’de İzmir’de açacak. Mağazaları 3,500 ile 4,000 metrekare arasında değişecek ve her mağazada 100-150 kişiye iş imkanı sağlanacak..

Ligdeki kötü gidişat taraftar hatlarını vurdu


23 Şubat’ta piyasaya sunulan Fenercell yaklaşık 19 bin aboneye ulaşırken, buna karşılık 10 Nisan’da piyasaya sunulan GSMobile 6 bin aboneye ulaştı. Fenercell ve GSMobile’ın abone sayılarının düşük kalmasına iki takımın ligin zirvesinden kopması ve oynadıkları kötü futbol neden oldu.
Fenercell ilk ayda 10 bin civarında aboneye ulaşırken, geçen günlerde ilk ayını dolduran GSMobile ise 6 bin Galatasaray taraftarının tercihi oldu.

Avea CEO’su Cüneyt Türktan, Süper Lig’de alınan kötü sonuçlar ve olaylı Fenerbahçe-Galatasaray derbisinin Fenercell ve GSMobile’ın abone sayısının artmasında olumsuz etki yaptığını, ancak önümüzdeki aylarda abone sayılarında tekrar artış trendine geçilmesini beklediklerini söyledi.

Fenerbahçe, Fenercell markasının tanıtımını yaptığı 23 Şubat’taki toplantıda 1 milyon aboneye ulaşmayı ve yıllık 20 milyon TL gelir elde etmeyi hedeflediğini açıkladı. Galatasaray ise, GSMobile'ın 300-400 bin aboneye ulaşılması halinde, kulübün yılda yaklaşık 4 milyon dolar gelir elde edeceğini öngörüyor...

4 Mayıs 2009 Pazartesi

Şölen Çikolata

Evlerinin alt katında kurdukları bakkal dükkanı ile iş hayatına başlayan Çoban ailesi daha sonra ürettikleri kolonyaları kapı kapı dolaşıp sattılar.1989 yılında Gaziantep'te kurdukları çikolata fabrikası ile de bu sektöre giriş yaptılar ve bugün Türkiye'nin en büyük 500 sanayi kuruluşu sıralamasında 243. sırada yer alıyorlar.20senede gerçektende müthiş bir hikaye.
Şu anda 120 ülkeye ihracat yapıyorlar ve Wal-mart,Leclerc,ED,Leader Price,Carrefour gibi uluslararası perakende zincir mağazalarındaki raflarda yerlerini almış durumdalar.2008 yılını ise 120 milyon dolar ihracat cirosu ile kapatan Şölen Çikolata üretiminin %70ini ihracata ayırmış durumda.Dış piyasada ki büyük rakiplerine rağmen son derece önemli rakamlara ulaşan firmanın çok iyi bir pazarlama stratejisinin olduğu aşikar.Ayrıca dış piyasadaki rakiplerine karşı önemli bir avantajıda sürekli yenilikçi bir politika izlemeleri ve bunun sayesinde de değişik tatlar ile tüketicinin karşılarına çıkmaları.Mesela son çıkardıkları ürün olan Choco Mia adlı ürün dünyada bir ilk olma özelliğini taşıyor.Aynı çikolata tabletinde 4farklı lezzeti bir arada sunuyorlar.Ayrıca,dünyaca ünlü prada,ralph lauren,david off gibi markalara tasarımlar çizen Karim Rashid ile "Eternity" isimli yeni bir çikolata tasarladılar ve ilk olarak New York,Milano ve Paris'te satışa sunacaklar.Ürettikleri her üründe de yenilikçi bir arayış içindeler ve bunuda uyguluyorlar.Bu inovatif yönleri onları pazarda ön plana çıkarıyor.
Yurt dışı pazarda bu kadar iyi bir pazarlama stratejisi ile büyük yol katetmelerine rağmen yurt içi piyasada bunun tam tersi bir görüntü olduğunu söylesek yanlış olmaz heralde.5-6yıl öncesine kadar iç piyasaya çok fazla önem vermeyen firma son yıllarda distribütör ağınıda iyice genişleterek yurt içinde de söz sahibi olmaya ve Şölen markasını tanıtmaya çalışmakta."Şölen tadında hayat" sloganı ile piyasaya giren ve Nutymax reklamları ile karşımıza çıkan Şölen'in,bunun arkasından da tanıtım için yeni birşeyler yaptığı söylenemez.Yaklaşık 1yıl boyunca "şöhret sensin" sloganı ile tv'lerde yer aldılar.Ve bu reklam ve ürün aracılığı ile Şölen markasını tanıtmaya ve iz bırakmaya çalıştılar.Ama benim takıldığım asıl nokta birçok lezzetli ürünleri olmasına rağmen ve değişik ürünler üretmelerine rağmen bunu yurt içi piyasada yeteri kadar tanıtmamaları yada tanıtamamaları.Şölen'in bildiğiniz ürünlerini sayın desem belki de çoğunuz 10tanesini bile sayamazsınız fakat şu anda 200den fazla ürün çeşidine sahipler.İşte bu nedenle bu kadar iyi bir firmanın pazarlama yönünden iç piyasada eksik kaldığını ve yetersiz olduğunu düşünüyorum.Rakiplerinin ürünlerini bulabildiğimiz noktaların hepsinde Şölen markasını yada birçok çeşidini bulamamamızda,bunlara Kipa,Migros gibi perakende mağazalar zincirleride dahil ,ayrı bir sorgulama gerektiriyor, yani en azından İzmir için bunu söyleyebilirim.Şimdilerde yeni ürünleri Choco Mia'nın reklamıda tv lerde dönmekte.Bu ürün piyasaya çıkar çıkmaz tv lerde reklamıda dönmeye başladı ki,bu ürünün tanıtımı için özel bir çaba sarfettikleri aşikar.
Sonuç olarak bu kadar iyi ve büyük bir firmanın yurt dışında ki kadar iyi bir pazarlama yönteminin iç piyasada olduğunu düşünmüyorum ve buna şaşırıyorum.Tabi bu firmanın yurt dışına daha çok önem vermesindende kaynaklanıyor olabilir ama bence bu kadar iyi kalitede ürünleri olan ve inovatifliği ön planda olan bir markanın yurt içinde kendisini daha çok tanıtması ve tanınması gerektiğinin taraftarıyım.Ben ilerleyen zamanlarda uygulayacakları pazarlama stratejileri ile yurt içinde de daha çok ses getireceklerini ve tanınacaklarını düşünüyorum ve bekliyorum.